MakaleReligion

İSLÂMI DİYANETE SORALIM

Bu sayfadaki cevaplar, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanılığına ait fetvalardan oluşmaktadır.

BİR KİŞİ, İÇİNDEN YEMİN ETSE VEYA BİR ŞEY ADASA; BU DURUMDA YEMİN VE ADAK HÜKÜMLERİ OLUŞUR MU?

İslam di­ni­nin esas­la­rı­na göre sa­de­ce dü­şün­mek ve niyet et­mek­le so­rum­lu­luk al­tı­na gi­ril­mez. So­rum­lu­lu­ğun olu­şa­bil­me­si için irade be­ya­nı şart­tır. Bu iti­bar­la yemin ve ada­ğın da ge­çer­li ola­bil­me­si için dille te­laf­fuz edil­me­le­ri ge­re­kir. Te­laf­fuz et­me­den sa­de­ce için­den ge­çir­mek­le yemin ve adak hü­küm­le­ri oluş­maz.
(Kâ­sâ­nî, Bedâi, III, 5; V, 81-82; Ne­ve­vî, el-Mec­mu, VIII, 434; Dim­ya­ti, Iane­tu’t-Ta­li­bin, II, 412.)

HER TOPLULUĞA PEYGAMBER GÖNDERİLMİŞ MİDİR VE
PEYGAMBERLERİN SAYISI KAÇTIR?

Kur’an, ilk pey­gam­ber Hz. Âdem’den (a.s.) son pey­gam­ber Hz. Mu­ham­med’e (s.a.s.) kadar pek çok pey­gam­be­rin gelip geç­ti­ği­ni ve her kavme Allah’ın pey­gam­ber gön­der­di­ği­ni bize haber ver­mek­te­dir. Hicr su­re­si­nin 10. aye­tin­de, “Ey Mu­ham­med! An­dol­sun, sen­den ön­ce­ki top­lu­luk­la­ra da pey­gam­ber gön­der­dik.” ve Nahl su­re­si’nin 36. aye­tin­de, “An­dol­sun biz, her üm­me­te, ‘Allah’a kul­luk edin, ta­ğut­tan ka­çı­nın.’ diye pey­gam­ber gön­der­dik. Allah on­lar­dan ki­mi­ni doğru yola ilet­ti, on­lar­dan ki­mi­ne de (kendi ira­de­le­ri se­be­biy­le) sa­pık­lık hak oldu. Şimdi yer­yü­zün­de do­la­şın da pey­gam­ber­le­ri ya­lan­la­yan­la­rın so­nu­nun ne ol­du­ğu­nu görün.” buy­rul­mak­ta­dır. Bu ayet­ler ta­ri­hî süreç içe­ri­sin­de Yüce Allah’ın insan top­lu­luk­la­rı­nı pey­gam­ber­siz bı­rak­ma­dı­ğı­nı gös­te­rir. Kur’an-ı Kerim’in İsra su­re­si­nin 15. aye­tin­de “…Biz, bir pey­gam­ber gön­der­me­dik­çe azap edici de­ği­liz.” bu­yu­rul­mak­ta­dır. Bu ayet­ten de an­la­şı­lan Allah bütün ka­vim­le­re, bütün top­lu­luk­la­ra pey­gam­ber­ler gön­der­mis­tir. Ancak bun­lar­dan sa­de­ce 25 ta­ne­si­nin ismi Kur’an-ı Kerim’de zik­re­dil­miştir. Ha­dis­ler­de, gön­de­ri­len pey­gam­ber­le­rin sa­yı­sı­nın 124.000 ol­du­ğu­nun haber ve­ril­me­sin­den (Ahmed b. Han­bel, el-Müs­ned, V, 266.) ha­re­ket­le insan top­lu­luk­la­rı­nın bu­lun­du­ğu her böl­ge­ye Allah’ın pey­gam­ber gön­der­di­ği; ancak bun­la­rın hep­si­nin is­mi­ni Kur’an’da, Tev­rat ve İncil’de zik­ret­me­di­ği hük­mü­ne ula­şı­la­bi­lir. Zira Kur’an’da ken­di­le­ri­ne pey­gam­ber gel­me­miş hiç­bir top­lu­luk ve ümmet bu­lun­ma­dı­ğı açık­ça beyan edil­miş­tir. (Fatır, 35/24; Nahl, 16/63; Yunus, 10/47.)

KUR’AN’IN KORUNMUŞLUĞUNUN DELİLLERİ NELERDİR?

Kur’an-ı Kerim, Yüce Yaratıcı’nın kıyamete kadar gelecek bütün insanlara indirdiği son ilahi mesajıdır. O, bu yüce kelâmı indirmekle kalmamış, onun korunmasını da bizzat üzerine almıştır. Nitekim bu gerçek, Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: “Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr, 15/9.) Bu ilahi beyan, onun korunmuşluğu konusunda müminler için en büyük güvencedir.

Nitekim tarih de bunun canlı şahidi olmuştur. Zira Kur’an-ı Kerim inzal olmaya başladığında, bir taraftan yazılırken diğer taraftan da sahabilerce ezberlenmiş, namazlarda sürekli okunmuş ayrıca Müslümanların inanç ve amel dünyalarına taşınarak hayata yansımıştır. Hz. Peygamber’in vefatını takiben, Hz. Ebubekir döneminde dağınık hâldeki yazılı metinler bir araya getirilerek bir Mushaf oluşturulmuştur. Diğer taraftan İslam fetihlerinin artması ve yeni beldelerin İslam’a dâhil olmasıyla, üçüncü halife Hz. Osman (r.a.) bir komisyon kurmuş ve bu komisyon tarafından çoğaltılan Kur’an nüshaları Mekke, Kufe, Basra, Sam, Bahreyn ve Yemen’e gönderilmiştir.

Müslümanlar bu ana nüshalara göre pek çok Kur’an nüshası yazmış, böylece bu ilahi kitap hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.
(Geniş bilgi için bkz. “Mushaf”, DIA, XXXI, 242-248.)

ALLAH NEREDEDİR?

Bir yerde, bir me­kân­da bu­lun­mak ya­ra­tıl­mışla­ra ait bir özel­lik­tir. Allah, ya­ra­tıl­mış bir var­lık değil, Ya­ra­tı­cı’dır. O hâlde O’na bir yer yahut bir mekân nis­pet etmek doğru de­ğil­dir. Allah, var­lık âle­mi­ni var eden, on­la­rın var­lı­ğı­nı ve hü­küm­ran­lı­ğı­nı elin­de bu­lun­du­ran­dır. (Mülk, 67/1.)
Gök­le­rin ve yerin mülkü O’nun­dur. (Zümer, 39/44.) Gök­ler­de ve yerde ne varsa O’na ait­tir. (Yunus, 10/66.) Do­la­yı­sıy­la Allah’ı, ya­ra­tıp idare et­ti­ği ve sa­hi­bi ol­du­ğu âlem­de bir yere izafe etmek sağ­lık­lı bir yak­la­şım ola­maz. Bazı Se­le­fi âlim­le­rin “Allah arşı is­ti­va et­miş­tir.” (Taha, 20/5, Hadid, 57/4.) ve “Gök­te­ki­nin sizi yerin di­bi­ne ge­çir­me­ye­ce­ğin­den emin mi ol­du­nuz!” (Mülk, 67/16.) gibi ayet­ler­den yola çı­ka­rak Allah’ın gökte ol­du­ğu şek­lin­de­ki yo­rum­la­rı, ço­ğun­lu­ğa men­sup âlim­ler­ce doğru bu­lun­ma­mış­tır.

Zira bu ve ben­ze­ri ayet ve ha­dis­ler, me­ca­zi an­la­tım­lar olup Allah’ın yü­ce­li­ği­ne işa­ret et­mek­te­dir. Diğer ta­raf­tan gü­ne­şin ışı­ğıy­la her yerde bu­lun­ma­sı gibi Allah da te­cel­li eden isim ve sı­fat­la­rıy­la her yer­de­dir. Za­tı­na ge­lin­ce O, bütün idrak ve ta­sav­vur­la­rı­mı­zın öte­sin­de­dir.

Bize düşen iman ve amel­le­ri­miz­le O’na yö­ne­lip iba­det gö­re­vi­mi­zi ye­ri­ne ge­tir­me­ye ça­lışmak­tır.

Ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"