GeschichteTürkçe

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İktidar ve Muhalefet

Orta zaman siyasal iktidarının en önemli yönü, gücü ifade etmesiydi. Yetkiyi tek elde toplayarak oluşturulan otorite, bir aile tarafından kontrol ediliyor ve hanedanlık/monarşi halini alıyordu. Monarşinin geçerli olduğu orta zamanda iktidar sahibi sürekli ve kesintisiz itaate ihtiyaç duyardı ve egemenliği kullanma hakkını kendinde görürdü. 

İktidarı ele geçirenin hayatta kaldığı sürece devam eden yönetme hakkında, onu kontrol eden sistemli bir denetleme mekanizmasının yeri yoktu. Yetkiyi kalıtsal/soya dayalı geleneksel miras yoluyla ele alan lider, kutsal/uhrevi bir kişilik haini alırdı. Bu yönüyle orta zaman iktidarı, cezbedici ve karşı konulamaz bir hale bürünmüştü. İktidara sahip olmak hayat boyu güç ve otoriteyi ele alma anlamına geldiğinden hanedan üyeleri için uğruna her türlü mücadeleyi içeren çetin bir çekişmeyi göze almalarının yolunu açıyordu. İktidarın bir kişi tarafından temsili, toplumsal açıdan görece asayiş ve düzene işaret etse de bu durum aynı zamanda çatışmanın da kaynağı idi. Bir tarafta otoriteyi temsil eden lider, öte yanda iktidarı elde etmek isteyen muhalifin varlığı, aralıksız ve kanlı mücadelelerin başlaması demekti. Gücü elde etmeye duyulan karşı konulamaz istek ve arzu iktidar sahibi ve onun karşısında yer alan muhalifin çevresinde geniş kitlelerin yer almasını sağlayan seçilmişlerin çoğalmasına fırsat sunuyordu ve bu da şiddetli çatışmanın habercisiydi. Bu yüzden her nasıl olursa olsun iktidarı elde edenler, ortaklık iddiasında bulunanların kışkırtıcı taleplerine karşı en acımasız yöntemlere başvurmakta hiç beis görmediler.

Osmanlılar da, orta zamanlara ait tipik bir imparatorluk olarak doğmuştu ve oluşturulan siyasal iktidar, Max Weber’in tanımıyla, liderinin etrafında şekillenen, efendisinin askeri ve idarî gücünü pekiştirmek istediğinde ortaya çıkan patrimonyalizm özellikler gösteren bir hal almıştı. Osmanlı iktidarı, kurulduğundan itibaren tek merkezli, mutlak hâkimiyetçi, bir lider başkanlığında monarşik anlayışı benimseyen bir siyasal düzen olarak gelişti. Merkezinde bir ailenin bulunduğu bu yeni düzen, elde edilen başarılarla birlikte zaman içerisinde kutsallık kazanan ve egemenliği temsil etme hakkına sahip bir iktidar sahipliğine dönüştü. Başlangıçtaki örgütlenmeden yoksunluk, zaman içerisinde kazanılan zaferler ve elde edilen toprakların genişlemesiyle düzenli bir devlet organizasyona halini aldı. Yönetim açısından gücü kontrol eden liderin mutlak otoritesi altında oluşturulan kurumlar, zamanla profesyonel seçkinlerin eline bırakıldı. Osmanlı bürokrasisinin de gücü buradan geliyordu. Liderde toplanan güç ve onu kullanma hakkına sahip bürokratik seçkinlerin varlığı, Osmanlı tarihi boyunca iktidarın cazibesini arttırdı. Bu da böylesine bir gücü ele geçirme arzusunu her zaman canlı tuttu ve siyasal muhalefetin ortaya çıkmasına yol açtı.

Osmanlı muhalefetinin başat unsuru hanedana mensup erkek üyeler idi. Siyasal düzenin devamı açısından en büyük sorun, hanedanın başında bulunan ve yönetme yetkisini eline alan liderin erkek çocuklarının fazlalığı idi. Her erkek çocuğun iktidarı ele almak için kalkıştıkları muhalif girişimler Mehmet (II) (1451-1481) zamanında hazırlanan ilk yazılı kanunnamede çözüme kavuşturulmak istendi ve otorite sahibinin, kardeşlerini öldürmeleri kanun haline getirildi. Oysa sonrasında yaşanan tarihi olaylar, siyasal çalkantıları önlemek bir yana aksine daha da şiddetlenmesi gibi karmaşık bir durum doğurdu. Bunun ana sebebi, kanuna göre lider tarafından öldürülmeleri kural haline gelen hanedan üyelerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için iktidarı ele almaktan başka çarelerinin olmamasıydı. 

Otoritenin imkânlarını kullanan bürokratik seçkinlerin tavırları iktidar- muhalefet çekişmesini destekleyen etkenlerin başında geliyordu. İktidar sahibinin kendine yakın olan yöneticileri devlet kademelerine getirme arzusu, ötekileşen/dışlanan bir yönetici güruhu yaratıyordu ve bu durum zamanla tehlikeli bir hal aldı. Merkezden uzaklaştırılan eski seçkinler, çevrede kümelenen muhalefetin en önemli destekçileri halini aldılar. Bu da; varlıklarını kendileri için tehlike gören lider tarafından öldürülecek olan hanedanın diğer üyeleri ile ötekileşen bürokratik sınıfın ortak hareket etmelerinin önünü açtı.

Osmanlı siyasal düzeninde muhalefet bununla sınırlı kalmadı. Var olan hanedanlığı ortadan kaldırarak onların yerine geçmek ya da yeni bir siyasal düzen kurmak isteyen zümreler, her ne kadar başarılı olamasalar da, hareket alanı buldular. Liderin kutsallığı ve egemenliği kullanma hakkı ona görece bir dokunulmazlık kazandırıyor olsa da pratikte hem mevcut hanedanlığı ele geçirme girişiminde bulunanlara hem de yeni hanedanlık kurmaya teşebbüs edenlere, merkezi otoritenin dışında kalarak ötekileştirilen geniş halk kitleleri destek oldular. Söz edilen gurupların büyük çoğunluğu kendisini dışlanmış hisseden Türkmenlerden oluşuyordu. 

Öte yandan siyasal iktidarına karşı gelişen muhalif hareketlere en büyük destek rakip devletlerden geliyordu. İster Müslüman, ister Türk, isterse Hıristiyan olsun bütün devletler, bu mücadelenin bir parçası olarak Osmanlı içindeki bitmek tükenmek bilmeyen muhalefetin en büyük destekçileri oldular. Siyasal, askeri ve ekonomik alanda rekabet halinde bulundukları devletlerin Osmanlı iç işlerine müdahale etmeye yönelik bu destekleri muhalifler ile iktidar arasındaki kanlı çatışmada oldukça önemli rol oynadı. Gerekçeleri güçlü bir rakip olarak gördükleri Osmanlıları zayıflatmaktı. Yöneticiler, muhaliflere yabancı devletlerin desteğini kesebilmek için para ödemek de dâhil olmak üzere bazı imtiyazlar vermek zorunda kalıyorlardı. 

Osmanlıların kuruluşundan itibaren iktidarı ele geçirmeye çalışan muhalefetin varlığı esasında her iki taraf açısından da ciddi riskler taşıyordu. Risklerin en büyüğü kaybeden açısından sadece gücü değil aynı zamanda hayatını da yitirmesiydi. Bu yüzden hem iktidar hem de muhalefet taraftarları savaşı kazanmak için elinden geleni yaptılar. O kadar ki, kardeşleri ya da babaları olmasına bakılmaksızın, rakiplerini öldürmekten kaçınmadılar. Nihayetinde, iktidarın kullanılmasının yarattığı güce sahip olma arzusu kuvvete bağlıydı ve kullanımı iki taraf için varlık yokluk mücadelesi anlamındaydı. İktidar koltuğuna oturan ile çevredeki muhaliflerin giriştikleri mücadele, kazananın gücü/otoriteyi temsil etme ve egemenlik hakkını kullandığı, kaybedenin ise bedelini hayatıyla ödediği sarsıcı bir sonla onları yüz yüze bırakan bir vahşeti içeriyordu. Taraftarların acımasızlığı olarak ortaya çıkan bu savaşı kazanmak adına başvurulmayacak yol yoktu. Ne acı bir trajediydi ki bu yüzden bütün güçlerini kullanarak en sert tedbirler almakta ve rakiplerini öldürmekte ne tereddüt ettiler ne de en ufak bir merhamet emaresi gösterme eğilimi sergilediler.

Katı monarşik yapısına ve kutsal/dokunulmaz patrimonyal düzene rağmen siyasal düzenin ontolojik yapısı dolayısıyla hanedan üyeleri tarafından yürütülen muhalefet girişimlerini ortadan kaldırmaya yönelik çabalar yüzyıllar boyunca kesintisiz sürdürüldü. Kardeş katlini uygun gören kanun maddesine dayanarak hanedan üyelerini ortadan kaldırarak otoriteyi ele almaları bir yana bazen sorunun çözümü için her ne kadar kabul görmeyip uygulanmasa da ülke topraklarının bölüşülmesi bile gündeme geldi. On altıncı yüzyılın son çeyreğinde ise liderin oğullarının tecrübe kazanmaları için gönderildikleri sancağa çıkma usulünde değişiklik yapılarak sorun bir nebze de olsa çözülmeye çalışıldı. Buna göre sadece en büyük oğul sancağa gönderilmeye başlandı ve iktidarı devralma hakkı sadece bunlara verildi. Ancak, gelişmeler henüz doğmuş küçük çocukların bile tehlike olarak görülmeleri sebebiyle öldürülmeleri gibi dehşet sonuçlar doğurunca bu uygulamadan da vazgeçildi. Sonunda on yedinci yüzyılın başında (1617) veraset kanununda köklü bir değişiklik yapılarak iktidara sahip olabilme hakkı sadece ailenin en büyük erkek üyesine bırakıldı. Bu bile sonraki dönemlerde hanedan üyelerinin öldürülmelerine engel olamadı. Dönemin realpolitiğinin bir sonucu olarak Osmanlı siyasal iktidarının yapısı, sonu siyasal, toplumsal, ekonomik ve askeri kargaşaya kadar uzanan çalkantılı bir iç muhalefeti doğurmuştu ve üstesinden gelmek için oldukça ciddi mücadeleler vermek zorunda kalınmıştı.

On dokuzuncu yüzyıldaki yenileşme çabaları arasında siyasal sisteme dair değişiklik çabaları Monarşi’den Meşrutiyet’e geçişe yol açtıysa da (1876) asıl önemli/köklü rejim değişiklik, yirminci yüzyılın başındaki Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal’in saltanatı kaldırması (1922) ve Cumhuriyet’i ilan etmesiyle (1923) yapıldı. Esasında bu değişikliğin en önemli yönü, egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesi ve iktidarı kullanma hakkının demokrasiyle taçlandırılarak modern bir hale kavuşturulmasıydı.

Prof. Dr. Haldun EROĞLU
Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"