Türkçe

Kutsal Ġadir Hum Olayı

“Ġadir Hum” adıyla bilinen tarihi olay, Hz. Muhammed (S.A.V)’in Hicret’ten sonra gerçekleştirdiği tek Hac olan “Vedȃ Haccı”ndan sonra “Ġadir-Hum” denilen mevkide yaklaşık 120.000 Müslüman Hacı ile namaz kıldıktan sonra, bunların huzurunda Allah’ın emri üzerine Hz. Ali’yi kendisinden sonraki İmam, Halife, Veli ve Vasi tayin etmesi olayıdır. Bu olay, Kur’an-ı Kerim ayetleriyle de örtüşen Sünni mezhebinin hadis kaynaklarıyla da belgelenmektedir. Güncel olarak, Sünni mezhebinden ilahiyatçıların temel başvuru kaynağı, tefsir ve fıkıh otoritesi Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan sahȃbe İbn-i Abbas gibi.

Gadir Hum olayı İslam’da İmamet ve Hilafet meselesinin dönüm noktası olması nedeniyle, bu olayın doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için, Peygamberlik, Hilafet ve İmamet kavramlarının anlamlarını açıklamak bir zorunluluktur. Bunun yanısıra, neden bir başkasının değil de Hz. Ali’nin İmam ve Halife olarak tercih edilmiş olduğunu incelememiz de bir başka zorunluluktur.

HALİFE/İMAM BİZZAT ALLAH TARAFINDAN ATANIR

Peygamberlik, Hilafet ve İmamet Hz Âdem (a.s.) ile başlar. Hz. Âdem hem ilk halife hem de ilk peygamberdir. Yani hilafet makamı ilk andan itibaren var olan ilahi bir makamdır ve peygamberlik ile hilafet aynı mukaddes şahısta ilk insan,  insanlığın babası Hz. Âdem a.s. da toplanmıştır.

Bu da bize şunu göstermektedir: Hilafet, tıpkı tevhid ve peygamberlik gibi dinin esaslarındandır. Yüce Allah (C.C.), -Hz. Âdem’i (a.s) halife atadığı gibi- zaten peygamber olan Hz. İbrahim’i (a.s) bir de imam olarak bizzat kendisi atamıştır. Bu da, bu makamlara yapılan atamanın bizzat Allah tarafından yapılmasının kalıcı bir yasa olduğunun delillerindendir.

HALİFE/İMAM PEYGAMBERLERİN SEÇKİN SOYUNDAN OLMALIDIR /

  1. MUHAMMED’E KADAR PEYGAMBERLERE HAS BİR MAKAMDIR

Al-i İmran Suresi 33. ve 34. Ayetlerinde “Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini soyunu) ve İmran Ailesi’ni (soyunu) seçmiş ve âlemlere üstün tutmuştur.

Hz Adem’in (a) hem peygamber hem de halife ilan edildiği andan Hz. İbrahim (a.s) dönemine, Hz. İbrahim 8a.s9 döneminden de Hz Muhammed (s.a.v) dönemine kadar imamet görevi daima peygamber sıfatını taşıyanlar tarafından icra edilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)  Hatemu’l Enbiya, yani Son Peygamber’dir. Bu durumda peygamber, tebliğ görevini yerine getirecek ve kendisinden sonra bir peygamber olmadığı için de imam, dini uygulamaların toplum içerisinde yerleşmesini sağlayacaktır. Peygamberlik, tebliğ yani Allah’ın yasalarını insanlara bildirme makamıdır; imamet ise, tevil, yani uygulama makamıdır. Allah (C.C) bu konuda Ra’d Suresi 7. Ayetinde Hz. Muhammed (S.A.V) ‘e hitaben şöyle buyurmuşlardır: “Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir de hidayete erdiricisi var”. Bu ayette de görüldüğü üzere, tebliğ ve uygulama makamı birbirlerinden ayrı ifade edilmişlerdir. Burada bahsedilen iki makam sahibinden biri uyarıcı, yani Allah’ın yasalarını bildiren kişi; diğeri ise hidayete erdirici, yani yasaların nasıl uygulanacağını gösteren kişidir.  Bu hidayete erdirici de hiç şüphesiz Allah (C.C) ın seçkin kıldığı ve hiçbir surette günahkâr olmayan pak bir soydan olmalıdır. Kendini “Hidayete Erdirici” olarak adlandıran, Bakara Suresi 38. Ayeti’nde hidayetin bizzat Yüce Allah’ın bizzat kendi katından geleceği sözünü veren ve Al-i İmran Suresi 9. Ayeti’nde “Allah asla sözünden/vaadinden dönmez” diyen Yaratıcı’nın; bu emir ve yetki sahiplerini, bu hidayet önderlerini gizli saklı kılması, bu konuda hiçbir açıklama yapmaması ve kullarının İblis’in akıbetine uğramasına müsaade etmesi mümkün değildir.  Nitekim, Yasin Suresi 12. Ayet’te şöyle buyuruyor: “Biz her şeyi apaçık bir İmam’da (Önder’de) saymışızdır”. . Bu Ayet-i Kerime’ye göre, İmam apaçık ve görünen bir İmam’dır. Zaten öyle de olmalıdır. Görünmeyen bir İmam’ın insanlara önderlik yapması mümkün müdür?

O halde Hidayet Nuru olan Kur’an- ı Kerim’de bu konuda delil içermemiş ve Kur’an’ı insanlara tebliğ ve tefisr etmekle görevli olan Peygamber (S.A.V) bu konuda insanlara açıklama yapmamış olabilir mi? Acaba Ra’d Suresi 7. Ayeti’nde tebliğ edilmiş olan “Hidayete Erdiriciler” ve Nisa Suresi 59. Ayeti’nde itaatleri zorunlu kılınan “yetki sahipleri”  ve İsra Suresi 71. Ayeti’nde insanların birlikte çağrılacakları imamlar ve daha pekçok ayette kendilerinden bahsedilen önderler, kısacası tarih boyunca Peygamberliğin bir tamamlayıcısı olan imamet makamının  sahibi açıklanmadan din tamamlanmış olabilir mi?

KUTSAL ĠADİR HUM’DAN ÖNCE

Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi’nin 3. Ayeti’nde yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bugün dininizi kemale erdirdim ve üzerinize nimetimi tamamladım.”. Bu durumda “Hz. Muhammed (s) kendisinden sonraki Halife’yi açıklamamıştır” iddiası makul değildir. Çünkü şüphesiz tüm tebliğler, ancak Allah’ın vahyi ile konuşan ve daima hakkı söyleyen Yüce Peygamber’in (s) dilinden eksiksiz bir şekilde yapılmıştır. Al-i İmran Suresi 33. ve 34. Ayetlerinde “Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran Ailesi’ni (soyunu) seçmiş ve âlemlere üstün tutmuştur.  Nitekim Ahzap Suresi 33. Ayetinde  “Kuşkusuz Allah yalnızca siz Ehlibeyt’ten her türlü kiri (kötü fiili) gidermeyi ve sizi “tahir” (tertemiz/arı) kılmayı irade ediyor” buyurmuştur.  Ehlibeyt ise, Hz. Muhammed’in bizlere belirttiği gibi Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir.  Böylece İslam dininin hem tebliğcisi olan Peygamber hem de Hidȃyet İmam’ı peygamberlerin pak soyundan ve masum (hatalardan arı) Ehlibeyt’tendir. Hz. Muhammed’e Şuara Suresi’nin “En yakın akrabalarını uyar” mealli 214. Ayeti indiğinde İmam-ı Ali’ye akrabalarıyla toplanmasını emrettiğinde ilk kez Peygamberliğini akrabalarına açıklamıştır. Ancak aynı toplantıda bir tebliğ daha yapmış ve Hz. Ali’nin kendisinden sonraki imam, vasi ve halife olduğunu ve ona itaat edilmesi gerektiğini açıklamıştır.[1]Böylece bu iki makam, daha İslam’ın ilk tebliği sırasında insanlara tebliğ edilmiştir. Bu olay, bu iki makamın birbirinden değerli iki makam olduğunun ve birbirinin tamamlayıcısı olduğunun en büyük delilidir. Daha sonra Hz. Muhammed (s) hayatı boyunca İmam-ı Ali’nin kendisinden sonraki merci olduğuna dair sayısız açıklamalar yapmıştır.  Bunlara birkaç örnek verecek olursak: „(Ra’d suresinin 7. Ayeti) indiğinde Resulullah (s) elini göğsüne koyarak, ‚Ben uyarıcıyım‘ demiş, sonra eliyle Ali’nin omzuna vurarak ‚Ey Ali sen hidȃyete erdiricisin, benden sonra hidȃyete erenler seninle hidȃyete ererler.‘ demiştir“.[2] „Her peygamberin bir vasîsi ve vârisi vardır. Ali de benim vasîm ve vârisimdir.”[3] „Ali bendendir, ben de Ali’denim. Bana ait bir görevi ancak ben veya yerime Ali icra edebilir.“[4] „Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir; bana isyan eden ise Allah’a isyan etmiştir. Ali’ye itaat eden, bana itaat etmiştir; Ali’ye asilik yapan, bana asilik yapmıştır”.[5] „Resulullah (s) Ali’nin (a) elini tutarak şöyle buyurmuştur: ‚Ey Ali! Sen benim kardeşim, seçkinim, vasim, vezirim ve eminimsin (emanetlerimi koruyanımsın). Yanımdaki konumun Harun’un Musa’nın yanındaki konumu gibidir ancak benden sonra peygamber yoktur”.[6] „Ali hak iledir, hak da O’nunla. O, benden sonra imam ve halifedir“.[7]

KUTSAL ĠADİR HUM OLAYI

            Peygamber Hicret’ten vefatına kadar yalnızca bir kez Hicret’in onuncu yılında hac etmiştir, Bu hac; Veda Haccı, İslam Haccı, Belağ Haccı ya da Kemal Haccı olarak da bilinir. Hz. Muhammed (s) Zi’l-kade ayının 25. günü Ehlibeyt’ini (a) de yanına alarak hac yolculuğuna çıktı. Onlarla birlikte Muhacir ve Ensar’ın geneli, ayrıca diğer kabilelerden çok sayıda kişi de yola koyulmuştu. Peygamber haccını tamamlayıp dönüş yoluna çıktı ve Zi’l-hicce’nin 18. günü, Medine, Mısır ve Irak’a giden yolların kesiştiği Cuhfe’deki Ġadir Hum denilen yere vardı. – (Hum bir köyün adıdır, Ġadir ise başında Peygamberin, Ehlibeyti’nin ve diğer Hacıların etrafında toplandıkları su kaynağının adıdır.). O sırada Cebrail (a) şu ayetle indi: “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah kâfir kavmi hidȃyete erdirmez.”(Maide: 67)-[8]

 

İki Ağır Emanet: Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt (a)

 

            Peygamber, namazdan sonra deve semerlerinin üst üste konmasıyla oluşturulan bir minbere çıktı ve sayıları yaklaşık 120 bin olan insanların tam ortasında yüksek sesiyle hutbesini okumaya başladı:

 “Ey insanlar! Ahiret diyarına davet edilmem ve buna icabet etmem yakındır. Ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O halde siz ne düşünüyorsunuz?

            Herkes şöyle dedi: “Mesajı ilettiğine, öğüdü verdiğine ve çok çaba harcadığına tanık oluruz. Allah seni hayırla ödüllendirsin.”

            Peygamber şöyle devam etti: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet, ateş ve ölümün hak olduğuna, kıyamet saatinden şüphe olmadığına ve Allah’ın kabirlerdekileri dirilteceğine inanıyor musunuz?”

            Hepsi: “Evet, inanıyoruz.” dediler.

            Peygamber: „Allah’ım şahit ol.“

            Yine Peygamber şöyle buyurdu: „Ey insanlar! İşitiyor musunuz?“

            Halk: „Evet! İşitiyoruz“.[9]

Peygamber şöyle devam etti:  “Kendimi, çağrılmış ve icabet etmiş gibi görüyorum. Ben sizin aranızda her biri diğerinden yüce/önemli iki emanet bırakıyorum: Gökten yere uzanan bir ip olan Allah’ın kitabı ve soyum Ehlibeytim. Onlar, Havuz (Kevser) başında tekrar bana dönünceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bakınız benden sonra onlara nasıl davranacaksınız.”[10]

Hz. Muhammed (s) insanlara Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt’ini (a) tavsiye edip kıyamet gününe kadar emanet olarak bıraktıktan sonra Hz. Ali’nin (a) elini tuttu ve bembeyaz koltuk altları görünecek kadar havaya kaldırdı. O sırada herkes onu gördü ve tanıdı.

            Peygamber sordu: “Ey insanlar! Müminler için kendi nefislerinden daha öncelikli olan kişi kimdir?”.    Dediler ki: “Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir.” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah, benim Mevlȃmdır ve ben her müminin Mevlȃsıyım. Ben, müminler için kendi nefslerinden (canlarından) daha öncelikliyim. Ben kimin Mevlȃsı isem, Ali de onun Mevlȃsıdır!”. Peygamber bu sözü üç kez tekrar etti ve ekledi: “Allah’ım ona dost olana dost, düşman olana düşman, destek olana destek ol. Onu ortada bırakanı ortada bırak. Nereye gitse, hakkı onunla birlikte kıl.”.   

Sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Burada bulunanlar, bulunmayanlara bunu iletsin.”. İnsanlar dağılmadan önce Cebrȃil (a) Maide Suresi’nin 3. ayetiyle indi: “Bu gün dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim“.[11] Peygamber bunun üzerine şöyle dedi: “Dini kemȃle erdiren, nimeti tamamlayan, benim peygamberliğime ve benden sonra Ali’nin velayetine rıza gösteren Rabbim ne büyüktür!”.             Sonra insanlar bölük bölük Hz. Ali’yi (a) kutlamaya geldiler. Onu ilk kutlayanlar arasında Ebu Bekir ve Ömer de vardı, her biri şöyle diyordu: “Ne mutlu, ne mutlu sana ey Ebu Talib’in oğlu, benim ve her mümin erkek ile kadının Mevlȃsı oldun.”[12]

Sünni mezhebinden ilahiyatçıların temel başvuru kaynağı, tefsir ve fıkıh otoritesi Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan sahȃbe İbn-i Abbas ise şöyle dedi: „Vallahi bu herkesin boynunun borcu oldu“.[13]

Sonuç olarak; Hz. Muhammed (a) daha Peygamberliğini ilan ettiği gün, İmam-ı Ali’nin kendisinden sonraki halife olduğunu tebliğ etmiş ve hayatı boyunca da bu tebliğini sürekli insanlara hatırlatmıştır. Son olarak da ümmetine veda ettiği gün, yani veda haccı dönüşü “Ġadir Hum” denen yerde Yüce Allah’ın (c.c.) emriyle bu Yüce İmam’ın atamasını yapmış ve tüm kâinata ilan etmiştir. Yüce Allah’ın Ra’d Suresi 7. Ayeti’nde “Hidȃyete Erdirici” olarak zikrettiği ve tayin ettiği İmam’a ve Nisa Suresi 59. Ayeti’ndeki “Ey İnananlar! Allah’a, Resûle ve içinizden emir (yetki) sahiplerine (Ulu’l Emre) itaat edin” emrine itaat edilmiş olsaydı yani, şayet Ġadir Hum inkâr edilmeseydi ve tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’in Allah ‘ın emrini tebliğ ettiği gibi Hz. Ali’ye bağlı olsaydı, İslamiyet’te mezhep ayrımları meydana gelmeyecekti, Müslümanlar birlik ve beraberlik içinde olacaklardı ve Kerbela olayı başta olmak üzere, yüzlerce yıldır dökülen Müslüman kanı dökülmeyecekti. Bu büyük öneminden dolayı Hicri 18 Zilhicce günü, Peygamberimiz Muhammed (s) ve Ehlibeyt İmamları (a) tarafından bayram günü olarak ilan edilmiştir. Yeryüzündeki tüm İmam Ali taraftarları da bu mukaddes günü, Müslümanların birlik ve beraberliğinin bir gün sağlanması umuduyla, bin dört yüz yılı aşkın bir süredir “Ġadir Hum Bayramı”nı kutlamaktadırlar.

 

Türkçe’den Almanca’ya Çeviren: Dr. Hakan Gökpınar

Not: Bu makalenin kaynakçalı genişletilmiş versiyonu www.bruckemagazin.at adresinden okunabilir.

 

[1] Bu hadis birbirine yakın ifadelerle şu Sünnikaynaklarda mecuttur: Muhammed b. Cerir Taberi; Tarihu’l-Ümem vel-Mülük C.2 S. 17 Beyrut, Dar’ul-Kamusi’l-Hadis- İbnü’l-Esir; el-Kamil Fi’t-Tarih C.2 S 63 Beyrut Daru’s-Sadır Hicri 1399, El-Halebî eş-Şafii Es-Siretü’l-Halebiyye C.1 S.460-İbn Ebil-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belaga C.13 S.211 Tahkik: Muhammed Ebulfazl ibrahim, birinci baskı Kahire, Daru İhyai’l Kütübi’l Arabiyye Hicri 1378.

[2] Hadisin yer aldığı Sünni kaynak: Tefsir-i Taberi, C: 13, S: 108 (Ra’d Suresi, 7. ayet tefsiri bölümü)

[3] Hadisin yer aldığı Sünni kaynaklar: El-Harezmî, Menakıb s.85 hadis no:74; Megazili, Menakıb h. 262; el-Kamil fi’t Tarih, c:4, s: 14; el-Mu’cemu’l Kebir, Taberani, c: 6, s: 221.

[4] Hadisin yer aldığı Sünni kaynak: Magazili, Menakıb, s.222. hadis no:267; Tarih-i Medinet Dimaşk, c:1, s: 85, hadis numarası: 137 ve 874.

[5] Hadisin yer aldığı Sünni kaynak: El-Hâkim, Müstedrek c.3 s.121, hadis numarası: 4617 ve 4641; Tarih Medinet Dimaşk, c:42, s: 306; Kenzul Ummal, el-Muttaki’l Hindi, c: 11, s: 614, hadis numarası: 32973.

[6] Hadisin yer aldığı Sünni kaynak: El-Kunduzi El-Hanefi, Yenebiu’l-Mevedde, s.148 b.42.

[7] Kaynaklar: Kifayetu’l Eser, Ebu’l Kasım Ali er-Razi, s: 117.

[8] Bu ayetin Gadir Hum Günü İmam-ı Ali (a) hakkında indiği dair haberler şu Sünni kaynaklarda yer almaktadır: Muhammed El-Şevkani Felhu’l-Kadir c.2 s.57; Hâkim Haskani: Şevahidu’t-Tenzil c.1 s.188-190 İbn-i Esir, Usdu’l-Gabe c.2 s.67; Taberi, Zehairu’l-Ukba: s.67 Ahmet b. Hanbel, Müsned c.4 s.281

[9] Kaynak: El-Gadir, El-Emini

[10] (Bu hadis anlamı değiştirmeyen küçük kelime farklılıklarıyla şu Sünni kaynaklarda yer almaktadır: Sünen-i Tirmizi, hadis numarası:  3786, c:5, s: 662;  Menakıb, Magazili, hadis numarası: 284, s: 305; Muhtasar Sahih Camii’s-Sagir, Suyuti ve Albani, s: 139, hadis numarası: 2458/1756; El-Bidaye ve’n-Nihaye, İbn-i Kesir, c:7, s: 668; Yenabiu’l-Mevedde, el-Kunduzi el-Hanefi, s: 39, 40; Kenzu’l-Ümmal, el-Muttaki el- Hindi,c.1 s. 172, hadis numarası: 872; Tefsir-i İbn-i Kesir, İbni Kesir,c: 7, s: 201, Şura Suresi, 23. ayet tefsiri; Masabihu’s-Sünne, el-Bagavi, c: 4, s. 185,hadis numarası: 4800; Camiu’l-Usul, İbni’l- Esir, c: 1, s: 277; el-Mucemu’l-Kebir, Taberani, c: 5, s: 154; Mişkatu’l-Masabih, el-Hatibu’l-Amri, s: 1732,1735, hadis numarası: 6131-6143; Müsned-i Ahmed, Ahmed bin Hanbel, c: 17, s: 211, hadis numarası: 11131; Dürrü’l-Mensur, Suyuti, A’li İmran Suresi, 103. ayet tefsiri, c. 3 s. 710; Zehairu’l Ukba, et-Taberi, c: 1, s. 16; es-Sava’ik-ul Muhrika, el-Heytemi, c:1, s. 109, 428; Usudu’l-Gabe, İbni’l-Esir,c: 3, s: 219;  Fethu’l- Kebir, Nebhani, c: 1, s. 451; Ihya’ul-Meyyiti bi Fada’ili Ehli’l-Beyt, Suyuti, s: 23.

[11] Bu ayetin Gadir Hum günü indiğini yazan Sünni tefsir kitapları: Tefsir İbni Kesir, İbni Kesir; ed-Durru’l Mensur, Suyuti; Şevahidu’t- Tenzil, el-Hâkim el-Hasekani.

[12] Hadisin yer aldığı Sünni Kaynak: Şevahidu’t Tenzil, el-Hâkim el-Hasekani, Maide Suresi 3. ayeti tefsiri bölümü

[13] Hadisin yer aldığı Sünni Kaynak: İbni’l Megazili, s. 16 – 18.

 

Not: Dipnotlarda arzedilen kaynakçaların tam künyeleri için lütfen bakınız: Ahmet Verde, Müminlerin Efendisi İmam-ı Ali (A), ‘Kitab-ı Ayn’ İmamet, A Cildi, İmamet/Hilafet Gadir Hum, Yılmaz Basım, İstanbul, 2019, s. 405-415.

Von Ahmet Verde Özuğurlu:
Sprecher der Vollzugskommitee der Allewitischen Islamischen Ehlibeyt Gesellschaft in der Türkei – Vorsitzender des Vereins Kilikya Nehir

Ähnliche Artikel

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"