Türkçe-2

Gurbet Neresidir?

Gurbet kelimesi sözlükte, “doğup yaşanılmış yerden uzak yer, gurbetlik” anlamına gelir. Bize “gurbetçi” diyorlar veya “gurbetçi çocuğu”. Fakat yukarıdaki tanıma göre Almanya’da doğup büyümek gurbetçi yapmıyor bizi. Ama terimler ve açıklamalar herkes tarafından farklı anlamlandırılabiliyor.

Gurbette doğup büyümüş bir genç kız iken Ankara’ya okumak için gelmiştim. Benim gurbet yolculuğum da böyle başlamıştı. Sonuçta büyüdüğüm ortamdan ve çevremden uzak bir yerde hem okuyacak hem de yaşayacaktım. Çocukken yaz tatillerinde Türkiye’ye, memleketime gelmek çok hoşuma giderdi. Mahallede oynamak, bakkala gidip şeker, sakız almak ve akraba ziyaretlerimiz en çok sevdiğim şeylerdi. Yaşadığım bu güzel anıları arkamda bırakıp Almanya’ya döndükten sonra güzel yurdumun insanlarının nasıl yaşadıklarını hep merak ederdim. Ankara’da okuma kararını almamda bu merakımın çokça etkisi oldu. Beş yıl boyunca hem ilahiyat bölümünü okuyacak aynı zamanda merak ettiğim o gündelik hayatın içerisinde bizzat yer alacaktım.

Bu beş yıl boyunca her anı dolu dolu yaşamaya gayret edecektim. Bir taraftan öğrencilik sorumluluklarımı yerine getirirken diğer taraftan sosyal faaliyetleri sürdürecektim. Elbette bu süre zarfında nice güzel hatıralar da biriktirecektim. Kâh gülümseten kâh hüzünlendiren… Dili, dini, örfü ve kültürü birbirinden farklı iki ayrı ülkede yaşamış biri olarak birbirine tezat olan olaylara şahit oluyordum. Mesela, dolmuş ile bir yere gitmek bile başlı başına bir macera idi benim için. Örneğin dolmuşta arkadaysanız ve öne doğru ilerleyecek yer yoksa dolmuş ücretini elden ele şoför beye ulaştırabiliyorsunuz. Oysa bu hadise doğup büyüdüğüm ülkede hiç olmayacak bir şey. Peki, dolmuşta birbirlerini tanımayan insanların aralarındaki o tatlı sohbetlerine ne demeli? Sanki yıllardır birbirlerini tanıyormuşçasına içten ve meraklı sualler sormaları bir anda sıcak ve samimi bir ortam oluşturuyordu. Yaşlı teyzelerin zaman zaman bana da “Nerede, ne okuyorsun kızım?” diye sormaları, bana hep “Evet ben Türkiye’deyim, yurdum insanı ne sıcakkanlı.” dedirtiyordu. Türkiye kadar olmasa da geldiğim ülkenin insanları da soğuk ve mesafeli değillerdi. Markette veya otobüste ayaküstü sohbet etmeyi onlar da severlerdi. Özellikle onlara bakıp tebessüm ettiğinizde bunu hoş karşılarlardı.

İnsan, hayatı yaşarken koşuşturma sırasında bazı detayları, sahip olduğu nimetleri, güzellikleri gözden kaçırabiliyor. Mesela yolda hızla giderken önümüze çıkan güzel bir çiçeğin kokusunu içimize çekmek gibi. Ya da ruhumuza işleyen, bizi mest eden ilahi davet olan ezanı dinlemek gibi. Memleketimde olmanın en güzel yanı hasret kaldığınız ezan sesini her defasında ilk kez işitiyormuş gibi özlemle dinlemekti benim için. Dışarıya çıkıp bir şeyler yapmak istediğinizde abdest almanın ve namaz kılmak için camilerin olduğunu bilmenin ne büyük bir nimet olduğunu fark ettim. Gurbette bunu matematik sorunu gibi çözmeye çalışıyorduk. Mekân olarak öyle bir yere gidilmeliydi ki oradan vakit çıkmadan en yakın cami neresi, yakınlarda cami yoksa eve yetişmek için ne zaman çıkılmalı ve ne zaman geri dönülmeli gibi birkaç denklem oluşturuyorduk. Türkiye’de ise istersek bütün günümüzü dışarıda geçirelim her köşede bir cami olduğunu bilmek ne güzel bir his! Ya beş vakit gümbür gümbür okunan ezanı duymak, şüphesiz ki onun verdiği güzel duyguyu anlatmanın imkânı yok. Gurbette de hiç duymuyor değiliz ezanı, evde babam okuyor hamdolsun. Camiye gidince orada da dinlemek mümkün fakat ana vatanda açıktan okunması ve onu tüm benliğinle hissetmenin maneviyatı bambaşka.

Elbette en değerli ve en güzel anılarım üniversite yurdumuzun düzenlediği sabah namazı programları idi. Sabah o tatlı uykumuzdan kalkmak zor geliyor fakat cemaatle sabah namazını eda etmenin verdiği o birliktelik duygusuna kesinlikle değiyordu. Sabah namazı çıkışı sıcak çorba ikramı ise ruhun gıdasının ardından tam anlamıyla şifa oluyordu bedene.

Yaşadığım tüm bu güzellikler öğrenciliğimin ilk yıllarında hissetmiş olduğum vatanımda gurbetçi olma duygusunu yok etmişti. O zamanlar isim ve cisim olarak Türkiye’deki insanlardan farkım yoktu ama alışkanlıklarım farklıydı. Daha sonra Ankara’ya alıştım ve ailemin yanına gittiğimde bu sefer de doğup büyüdüğüm Almanya yabancı gelmeye başlamıştı…

Bir seferinde fakültede hocalarımdan biri “Siz de ana vatana geri döndünüz.” demişti. Bu da beni çok düşündürdü ve söz isteyip “Hocam biz geri dönmedik ki biz orada doğduk ve ilk defa geliyoruz Türkiye’ye.” demiştim. Hâlâ bu ufak söz alışverişi beni düşündürür. Doğduğun yer mi ana vatan kendini ait hissettiğin yer mi? Yoksa doyduğumuz yer mi? Peki ya hangi doyum? Karın tokluğu mu yoksa ruhun tokluğu mu? Bu ve bunun gibi daha birçok soruyu ben ve benim gibi gurbette büyüyen çocuklar kendimize soruyoruz. Kendi tecrübemle şunu söyleyebilirim ki “vatan” kelimesini, Ankara’da okurken ilk defa tam anlamıyla ve ömür boyu beni bırakmayacak şekilde hissettim. İnsanın içini ısıtan ve güven veren aidiyet duygusunu burada tattım. Çok şükür nasip oldu. Türkiye, “anne babamın geldiği yer” olmaktan çıktı ve artık benim de vatanımdı. İnsanın dönüp dolaştığı ama geri döndüğü bir evi olmalı. Bizim de gurbette evlerimiz var fakat asıl evimiz ana vatanda bizi bekliyor.

Aslında dünyadan, memleketimden bir yolcu bir turist bakışı ile geçiyorum. Sonra bu yolcu bakışı Almanya’ya doğduğum şehre geri dönsem de beni bırakmadı. “Hem benim dünya ile ilgim ne kadar ki? “Ben dünyada, bir ağacın altında bir süre gölgelenen ve sonra oradan ayrılarak yoluna devam eden bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, Zühd, 44) buyuran Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetiyiz. Öyleyse bu dünya hayatı bizim için gurbet değil miydi? Ne yolcu bakiydi, ne de dünya. Asıl yurt ahiret ise ebedîydi. O hâlde, bir daha dönmemek üzere çıkacağımız bir yolculuğa hazırlık yapmak elzemdi.

Ähnliche Artikel

Überprüfen Sie auch
Schließen
Schaltfläche "Zurück zum Anfang"