Bilinen tanımıyla medya, kamuoyuna bilgi ve haber aktarmakla, onu “bilgilendirmek“ ve “haberdar etmekle“ yükümlüdür.
Bunun yanında medyanın bir de “kamuoyunu biçimlendirme” işlevi vardır.
Herhangi bir mesleğin icrasında, o mesleğin elemanları mesleki etiğe ne kadar bağlı ise o meslek toplumun gözünde o kadar saygı ve güven kazanır.
Basın etiği de, basın mensuplarının Hipokrat yemini olarak adlandırılabilir.
Meslek onuruna saygıyı sağlama ve koruma sorumluluğu, o mesleğe hizmet verenlere düşmektedir.
Gazeteciliğin temel ve son kuralı, sorgulamaktır.
Toplumu bilgilendirme ve kısmen de şekillendirme gücüne sahip medyanın, bu sorumluluğun ve toplum bilincinin farkında olarak hareket etmesi, yaptığı işin hakkını vererek topluma faydalı olmasını, habercilik sektörünü ayağa düşüren, ciddiyetsiz ve eğitimsiz kişi ya da kuruluşların kontrol altına alınması gerekliliği doğmuştur.
Avusturya’da gerek yazılı basın, gerek TV, gerekse sosyal medya üzerinden yayın yapan sayılarca medya(!) bulunu- yor. Bunlardan Türkçe yayın yapanların çoğu Almanca dahi bilmeyen kişilerin kontrolünde. Hemen hiçbirini Avusturya resmi kurumlarının basın toplantılarında göremiyoruz bile. Zaten gitseler de anlamaları ve soru sormaları mümkün olmayacaktır.
Üstelik yaptıkları Türkçe yayınlara baktığımızda birkaç tanesi hariç, genelinin Türkçe’yi bile doğru düzgün bilmediği, öğrenme ya da hatalarını düzeltme konusunda da pek hevesli olmadıklarını gözlemliyoruz. Hem yaşadığı ülke dilini hem de ana dilini yeterince bilmeyen insanların medya mensubu olmaları ve işlerini hakkınca yapmaları nasıl mümkün olacaktır?
Meslek etiğinin temel ilkesi “yeterlilik” hiçe sayılmıyor mudur?
Kimi medya kurumları dernekler üzerinden faaliyet gösterirken kimilerinin resmen hiç kaydı yok. Güya kayıtlı olduklarını iddia edenlerin ne bir resmi bilgisi ne de araştırabileceğiniz web sayfası bulunmuyor. Oysa ki Avustur-ya kanunlarına göre her ticari kurum resmen kayıt bilgilerini deşifre etmek zorundadır. Haberden fazla reklam yayını yapan bu yapılanmaların, bu reklamlardan elde ettikleri gelirleri ne şekilde beyan edip vergisini ödedikleri meçhul.
Bir ATU numarası bile bulunmayan bu gazeteler (!) gelirlerini ne şekilde beyan etmektedir?
Araştırmalarımız sonucunda gördüğümüz kadarıyla reklam verenle reklam yapan arasında herhangi resmi bir belge alış verişi olmuyor. Bunun tam karşılığı ise “vergi kaçırmak” olarak adlandırılır. Dernek statüsü üzerinden yayın yapan medya kurumlarının bir tek faaliyet açıklaması, güya entegrasyon ibaresi kullanmalarına rağmen, buna dair bir tek çalışma yapmıyor olması da ayrıca düşündürücüdür.
Kayıtsız çalışan bu kurumlar ya da haberciler (!) hem devlet karşısında güvenilmez, hem de vergi kaçıran durumuna düşmektedirler.
Gerek yazılı basın, gerekse sosyal medya üzerinden yapılan yayınların çoğu ya başka yayın organlarından kopyalama, ya da sırf popüler olmak adına ortaya atılan mesnetsiz iddialarla okuyucuyu yanlış yönlendiren haberlerden oluşuyor.
Araştırmacı gazetecilik kavramının yok sayıldığı bu habercilik anlayışı bilgi kirliliği yaratmanın dışında, toplum üzerinde yanlış algı yarattığı için de okuyucular kimi zaman bazı uygulamalar ya da kurumlar hakkında yanlışa düşebiliyorlar. Geçtiğimiz aylarda Avusturya’da bir aileyi yok eden, üzücü ve travmatik bir olay yaşandı. İşte bu olay gazetecilerin etikle sınavı olarak değerlendirilebilir.
Toplumun haber alma hakkı gereği her olay haber yapılacaktır. Fakat günlerce ailelerin duyguları ve acıları hiçe sayılarak kulaktan dolma bilgilerle bu üzücü olay gündemde tutuldu. Yetmezmiş gibi bir gazeteci (!) üç beş kuruş alabilmek, ya da ”ben Avusturya basınına da haber satıyorum” diyebilmek için aslı astarı olmayan ve nerdeyse acılı aileye iftira niteliğinde bir haberi sundu. Bu haber sunulurken acılı ailenin duyguları bunun yanında dürüstlük, araştırmacılık, güvenirlilik ilkeleri hiçe sayıldı.
Sırf daha fazla ilgi çekebilmek adına temel insani, vicdanı değerlerden bu kadar uzaklaşmaya değer mi?
Bazı gazeteci (!) meslektaşlarımız bulunduğu yerden ayrılmaya bile gerek görmeden başkalarının gönderdiği fotoğraf ya da bilgilerle gazetecilik mesleğini icra ediyor. Oysaki gazeteci habere gitmeli, bütün detaylarını öğrenmeli ve ondan sonra haberi servis etmelidir. Gerçeği araştırmadan yapılan habercilik hem gazetecilik etiğine aykırı, hem de toplumun haber alma hakkını engellemektir. Nedense Avusturya’da gazetecilik Viyana sınırlarını da aşamamış görünüyor. Birçok gazeteci (!) mesleğini en kolay ulaşılır bölgelerde zahmetsizce yapmayı tercih ediyor.
Birçok medyada yaşadığımız ülkeye ait konular yerine, Türkiye siyasetine dair paylaşımları görmek mümkün. Neden özellikle Avusturya’da yaşayan halkın sorunlarını ya da konularını gündeme taşımak yerine Türkiye siyasetini ön plana çıkaran haberler yapmayı tercih ettikleri, aslında Avusturya’yı ya da en-tegrasyon konusunu pek de önemsemediklerini gösteriyor. Kafalar Türkiye’de güya gazetecilik Avusturya’da ironik de bir durum yaratıyor.
Bahse konu medya mensubu kişilerin bir gazetede resmen gazeteci olarak kayıtları var mıdır?
Gelir beyanı yapıp vergi ödüyorlar mı?
Hangi gazetede, hangi görevde çalıştıklarını resmen kayıt altına almamış bu kişiler, zamanında kendilerine verilmiş basın kartlarını hala kullanmakta, bu konudaki denetim boşluğunu kendi faydalarına kullanmaktadır. Daha da kötüsü basın kartı olanların da, spor ve kültür faaliyetleri gibi organizasyonlarda haber yapılması amacıyla medyaya verilmiş olan ücretsiz giriş hakkını sponsorları olan firmalara kullandırdıklarını görüyoruz.
Avusturya’da görev yapan büyükelçilik ve konsoloslukların basın toplantılarına ve faaliyetlerine davet ettikleri medya mensuplarında aradıkları kriterler nedir? Kendilerine basın olarak bildirilmiş olan kişilere basın kartı sorulmakta mıdır? Avusturya kurumlarına basın olarak davet edilmenin şartı basın kartı sahibi olmaktır. Aynı şart Türkiye Cumhuriyeti temsilciliklerinde de geçerli midir.
Avusturya’da basınla muhatap olan kurumlar, gerekli hukuki şartları yerine getirmiş her basın mensubunu, kendilerini eleştirmiş olsa bile davet ve kabul ederler. Keza bu Türkiye’de de böyledir.
Maalesef Avusturya’daki Türkiye Cumhuriyeti resmi temsilcilikleri bu konuda çifte standart uygulamakta, kendileri ile aynı fikirde olmayan, kendilerini eleştiren basın mensuplarına bir çeşit ambargo uygulamakta ve halkın haber alma özgürlüğüne bir şekilde engel olmaktadır.
Türkçe yayın yapan bazı medya mensuplarının meslek ilkelerine ters, kayıtsız, vergisiz, araştırmacılıktan uzak, haberci değil magazinci gibi çalışmaları bu mesleği hakkıyla yapmaya çalışan diğer medya kurumlarına zarar vermektedir. Bu şekilde işleri gazetecilik mi reklamcılık mı olduğu belli olmayan güya gazetecilerin bir şekilde denetlenmesi ve sektöre zarar vermesinin engellenmesi gerekmektedir.
Bu kirli gidişata “DUR” demenin vakti geldi ve geçiyor.