Sağlık1Türkçe-2

Sosyal medya kullanımı kaygıları tetikliyor

Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM) Uzmanlarından Klinik Psikolog Oğuzhan Erikçi sosyal medya kullanımı ve kaygı bozukluğu arasındaki ilişki hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Sosyal kaygı ile sosyal medya bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki olduğunu belirten Oğuzhan Erikçi, “Hayatın bir tık’tan daha önemli olduğu bilincinde olarak bilinçli bir sosyal medya kullanıcısı olmaya çalışmak ruh sağlığımıza yapabileceğimiz en güzel katkılardan biridir.” diyor.

MELTEM SARSILMAZ

Teknoloji hem toplumları hem de bireysel yaşamımızı hızlı, derinden ve geri dönülemez bir şekilde değiştiriyor. İletişim biçimimiz, ihtiyaçlarımız ve dünyayla ilişki yöntemlerimiz de bu süreçte evriliyor. Ama ruhumuz, duygularımız bu değişim karşısında sürece uyum sağla- maya çalışırken yorulabiliyor. Zihnimiz ise, yeni teknoloji çağında çok daha hızlı ve önde. Ruhumuz geçmişteyken, bedenimiz bu anda, zihnimiz ise gelecekte. İşte tam da bu noktada çağın hastalığı ortaya çıkıyor: Anksiyete.

“SOSYAL MEDYA KULLANIMINDA YÜZ YÜZE İLİŞKİLERDE YAŞANAN KAYGIYA DAİR DENEYİMLERİN DEVRE DIŞI KALMASI SÖZ KONUSUDUR.”

Günlük Yaşam Alanı Olarak Sosyal Medya

We Are Social’ın ekimde açıklanan 2022 Dördüncü Çeyrek Raporu’nda internette geçirilen ortalama zamanın altı saat 37 dakika olduğu bilgisi yer alıyor. Ayrıca 2022 yılında Üçüncü Çeyrek Raporu’nda da Türkiye’nin sosyal medyada harcadığı ortalama zamanın üç saat üç dakika olduğu bildirildi. Her ne kadar pandemiden sonra internet ve sosyal medya kullanım sürelerinde bir gerileme olsa da uygulamalar hayatımızdaki yerini koruyor. Günlük yaşamımızda aktif olduğumuz bu alanlar, yaşamlarımızda değişimler meydana getirirken birtakım sorunlara da sebep oluyor. En çok etkilenen alanlardan biri de ruh sağlımız. Her gün üzerimize yığılan bilgilerin arasında işimize yarayanı çekip almak gün geçtikçe zorlaşmakta. Her türlü bilgiye maruz kalırken psikolojimizi bu bilgilerin negatif etkilerinden korumak da güçleşiyor. Modern yaşamın en önemli araçlarından olan sosyal medya uygulamalarındaki gürültülerin arasından kendi huzurlu iç sesimizi ve düşüncelerimizi nasıl duyabileceğiz? YEDAM Uzmanlarından Klinik Psikolog Oğuzhan Erikçi ile sosyal medya kullanımı ve kaygı bozuklukları arasındaki ilişkiyi konuştuk.

Sosyal medya uygulamaları hayatımızın neredeyse vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Özellikle pandemiyle birlikte zaman ve mekân kavramının sınırlarının kalktığı bir dönemde dünyayla etkileşim halinde kalabilmek için sosyal medya en önemli araç. Peki, bu durum ile kaygı arasında bir bağlantı var mı? Eğer bir bağlantı varsa bu ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz?

Teknolojinin durmaksızın gelişmesi ve yaygınlaşması, günlük hayatta birçok alanda bireylere kolaylık ve fayda sağlamaktadır. Bu sebeple teknoloji hayatın bir parçası haline gelmiştir. Pandemi süreci ile birlikte karantina, sokağa çıkma yasağı, sosyal izolasyon ve sosyal mesafe kavramları da hayatlarımıza girmiştir. Bu alınan önlemlerle beraber bireyler bu döneme özgü rutinler ve yeni alışkanlıklar geliştirmiştir. Sosyal medyada daha fazla vakit geçirme üzerine yapılan araştırmalarda ise, kullanımın kuşaklara göre değişkenlik gösterdiği tespit edilmiştir. Bu oran X kuşağı için yüzde 16, Y kuşağı için yüzde 24 ve Z kuşağı için yüzde 30 şeklindedir. Dünya geneline bakıldığında 2020 Ocak-2023 Ocak tarihleri aralığında akıllı telefon, internet ve sosyal medya kullanımlarında hızlı bir artış görülmüştür. Biyolojik, psikolojik ve sosyal yönü olan bir canlı olarak insanın, en ilkel düzeyden gelişmiş düzeye doğru dürtüleri ve ihtiyaçları vardır. Agresyon ve cinsellik gibi en temel güdüler, merak, öğrenme, var olma, anlam bulma, saygı görme, değerli olma, ilişki kurma gibi entelektüel ve varoluşsal ihtiyaçlar bunlara örnektir. Sosyal medya (internet) bu ihtiyaçlara dair doyum sağlamaya çalışılan bir alan yaratmıştır. İhtiyaçlar demişken insanı insan yapan şeylere yani duygu ve düşüncelere de değinmek gerekir. Kaygı da bizi biz yapan, yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan, tehlikelere dair sinyal veren duygulardan biridir. Kaygı olumsuz bir düşüncenin eşlik ettiği duygu hâli, rahatsızlık, sıkıntı veren bir his olarak tanımlanmaktadır. Kalp atışları, terleyen eller, baş dönmesi gibi belirtiler kaygının kendini fiziksel olarak görünmesinin birer parçalarıdır. Sosyal medya kullanımında yüz yüze ilişkilerde yaşanan kaygıya dair deneyimlerin devre dışı kalması durumu söz konusudur. Daha rahat iletişim kuruyor olmak, kaygı düzeyinin düşmesini sağlayabilmektedir. Pandemi döneminde bilgiye erişim, belirsizliğin azalması (hastalığa dair yanlış bilgilerin giderilmesi), aynı sorunla baş eden bireylerle iletişim ve etkileşim kaygı konusunda tampon etki yaratmıştır. Sorunların evrenselliğinin “özgecilik” (bireylerarası öğrenme, bilgi aktarımı, bireylerin birbirine umut aşılaması gibi) denen iyileştirici etkisi vardır. Bu doğrultuda algılanan sosyal destek arttıkça anksiyete düzeyinin azaldığı gözlemlenmiştir. Bununla beraber sosyal medya kullanımının kaygıyı artırıcı yönü de vardır. Kişi sosyal medyada kabul görmek ve iletişim kurmak için kullanıma yöneldiğinde, bu durumun gerçekleşmeyeceğine dair kaygı duyabilmektedir. Yine pandemi döneminde yoğun sosyal medya kullanımı kişilerin olanı biteni kaçırmamak için çevrim içi olma zorunluluğu hissetmelerine sebebiyet vermiştir. Bu durum literatüre Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (Fear Of Mis- sing Out-FOMO) olarak geçmiştir. Yaşanılan bu durum kaygı seviyesinin artmasına sebep olabilmektedir. Toparlayacak olursak sosyal medyanın kaygı seviyesi üzerinde hem azaltıcı hem de artırıcı etkileri bulunmaktadır diyebiliriz.

Yaşadığımız dönem ile kaygı arasındaki ilişkiyi tanımlayabilir miyiz? Teknoloji çağı, sosyal medyanın hayatımızdaki etkisi ve pandemiyle birlikte kaygının da boyutu ve etkileri değişti mi?

İnsanın dünyaya gelmesiyle yani varoluşun getirdiklerine dair farkındalık gelişmesiyle kaygı denilen olgu ortaya çıkmaktadır. Kaygı insanlığın başlangıcından beri yaşamı sürdürmede gerekli olan duygulardandır. Burada Jung’un kolektif bilinçaltı kavramına da değinmek isterim. Jung bu kavramla insanın geçmişiyle bağlantılı olduğu, insanın kişiliğini oluşturan algılar ve eğilimlerde katılımın da etkili olduğunu belirtmiştir. İlk çağlarda hayatta kalmaya, tehlikeli bir hayvandan uzak durmaya yönelik hissedilen ölüm kaygısı ile pandemi döneminde hastalıktan kaynaklı hissedilen ölüm kaygısı benzerlik göstermektedir. Tabii ki yoğun sosyal medya kullanımı ile bilgilere, haberlere kolay erişim kaygının yaygın bir biçimde yaşanmasına sebep olmuştur. Daha önce de belirttiğim gibi pandemide yeni kurallara, yaşam koşullarına adapte olabilmek, kaygıyla baş edebilmek için bireyler farklı aktivite ve rutinlere yönelim gösterdiler. Belli başlı uygulamalar üzerinden toplu canlı yayınlar, çeşitli meydan okumalar (challenge), kendin yap uygulamaları bu aktivitelere verilebilecek örnekler arasındadır.

Sosyal medya kullanırken en çok kimler bu kaygı hissini yaşıyor ve daha çok etkileniyor? 

Teknoloji çağının yerlileri olarak adlandırabileceğimiz çocuklar, ergenler ve belki yine bu çağı ucundan yakalayan genç yetişkinler diyebilirim. Teknoloji çağının yerlileri ile kastettiğim şey yeni nesillerin bu çağ ve imkânların içine doğmasından kaynaklıdır. Orta ve ileri yetişkin gruplarında yer alan bireyler bu imkânlara aşina olsalar da bu çağın yabancılarıdır. Tek etken elbette imkânların içine doğuyor olmak değildir, bununla beraber biyolojik, psikolojik ve toplumsal gelişimin yoğun yaşandığı ergenlik dönemi getirileri de sosyal medya kullanımından etkilenmede önemli bir rol oynamaktadır.

Sosyal medya kullanımı en çok hangi kaygı çeşidini etkiliyor ve nasıl bir etkisi oluyor? 

Literatürde yer alan araştırmalar incelendiğinde sosyal medya kullanımının sosyal kaygıyı yoğun bir şekilde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. “Sosyal kaygı utanmaktan, küçük düşmekten, sosyal ortamda başkaları tarafından olumsuz değerlendirilmekten yoğun şekilde korkma ve korkulan eğilimlerden kaçınma” şeklinde tanımlanmaktadır. Sosyal kaygının çeşitli alt boyutları vardır. Bunlar; olumsuz değerlendirilme korkusu, genel durumlarda sosyal kaçınma-huzursuzluk duyma ve yeni durumlarda sosyal kaçınma-huzursuzluk duyma şeklindedir. Günlük hayatta yaşanılan bu kaygı benzer şekilde çevrim içi dünyada da görülmektedir. Kişi nasıl ki kendini kabul ettirmeye, anlam bulmaya, değer görmeye yönelik girişimlerde bulunuyorsa benzer şekilde sosyal medyada da girişimlerde bulunmaktadır. Paylaşılan içeriklerin diğeri tarafından beğenilmesi, kabul edilmesi, yüksek etkileşim gibi beklentiler kişilerin kaygı seviyelerini artırmaktadır. Sosyal kaygı ile sosyal medya bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki vardır. Sosyal kaygısı yüksek olan bireylerin sosyal medya bağımlılığına daha yatkın olduğu bilinmektedir. Kişi günlük hayatta yaşadığı kaygı sebebiyle kendini daha rahat hissetmek, daha rahat ifade edebilmek için sosyal medya kullanımına yönelebilmekte, sosyal medya kullanımı farklı kişilik özelliklerinin, gelişmeleri kaçırma korkusunun gelişmesine sebebiyet verebilmektedir. Hissedilen kaygı, zamanla bağımlılığın gelişmesine; bağımlılığın gelişmesi ise kaygı, öfke, dürtüsellik ve depresif belirtilerin artışına sebep olabilmektedir. 

Sosyal medya kullanımını azaltmanın veya tamamen bırakmanın kaygıları azaltıcı bir etkisi var mı? 

Sosyal medya kullanımı hayatımızın bir parçası, bu noktada tamamen hayatımızdan çıkarma fikri işlevsel olmayabilir. Kullanımı azaltmak sosyal medyaya dair yaşanılan kaygıyı azaltabilir. Bununla beraber günlük hayatta sosyal kaygı, ölüm kaygısı, varoluşsal kaygı gibi kaygılar diğer deneyimler üzerinden yaşanmaya devam edecektir. 

Kaygı çözülmesi gereken bir mesele midir? Kaygı bazı durumlarda kişiye motivasyon sağlayan bir güç kaynağıdır. Kaygı düzeyinin seviyesi ve kişinin hayatında işlevselliği etkileyip etkilemediğine göre bozukluk olarak ele alınabilir. Yaşadığımız kaygılardan kaçabiliriz, kaygıları inkâr edebiliriz, ancak bunları hiçbir zaman yok edemeyiz. Yaşamın bize verdiği görev kaygıların değerini bilmek, onları anlamak ve onlarla yaşamaktır. 

Psikolojimizi de koruyarak nasıl doğru bir şekilde sosyal medya uygulamalarını kullanabiliriz?

Madem hayatımızdan çıkaramıyoruz o zaman dengeli bir biçimde kullanımla sosyal medyada var olabilir, hem de ruh sağlığımızı koruyabiliriz. Bu doğrultuda sosyalleşmek için çevrim içi olduğumuz dünyanın dışında da sosyalleşmeye dair girişimlerde bulunmak ve zaman zaman çevrim içi arkadaşlarla yüz yüze görüşmek seçenekler arasındadır. İnsanın çeşitli ihtiyaçlarından bahsettik, bu ihtiyaçlara dair doyum sağlayabileceği alanlar açmak etkili olacaktır. Kişinin ilgi ve merakına göre bir hobi edinmesi, boş zamanlarını değerlendirmek adına aktivitelerde bulunması diğer seçenekler arasındadır. Sosyal medya kullanımına dair belirli günlerde veya saat aralıklarında detoks yapıyor olmak da işe yarayabilir.

Kişinin kullanımı bağımlılık boyutuna geldiyse ve bu durumla tek başına mücadele edemiyorsa, bir uzmandan destek alması önemlidir. Yeşilay Danışmanlık Merkezleri’nde bu konuda bireylere ve ailelerine destek verilmektedir. Destek almak isteyen bireylere 115 tuşlama mesafesindeyiz. Modern yaşamın en önemli iletişim araçlarından olan sosyal medya uygulamalarını tamamen bırakmak mümkün olmayabilir. Fakat her şeyde olduğu gibi burada da dengeli kullanım en önemlisi. Hayatın bir tık’tan daha önemli olduğu bilincinde olarak bilinçli bir sosyal medya kullanıcısı olmaya çalışmak ruh sağlığımıza yapabileceğimiz en güzel katkılardan biridir.

KLİNİK PSİKOLOG  OĞUZHAN ERİKÇİ  KİMDİR?

2016 yılında Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Lisans eğitimi boyunca çeşitli sivil toplum kuruluşlarında sosyal sorumluluk projelerine katılım sağladı. Erasmus değişim programı ile eğitiminin bir kısmını Romanya’da bulunan West University of Timisoara’da tamamladı. 2020 yılında “Bağlanma Stillerine Göre Varoluşçu Temaların Keşfi: Genç Yetişkinlerin İlişkisel Dünyasının Fenomenolojik Olarak İncelenmesi” isimli tez çalışması ile Hasan Kalyoncu Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. Lisansüstü eğitiminin ardından Bilişsel Davranışçı, Varoluş gibi terapi ekollerine dair eğitim ve süpervizyon süreçlerini tamamladı. İş hayatına kreşlerde, çocuk danışanlara ve ailelerine yönelik psikoterapi hizmeti vererek başlamıştır. 2021 yılından bu yana Yeşilay Danışmanlık Merkezi’nde Klinik Psikolog olarak görev alan Oğuzhan Erikçi, İnternet Bağımlılığına Müdahale Çalışma Grubu’nda da aktif bir şekilde çalışmaya devam etmektedir.

Ähnliche Artikel

Schaltfläche "Zurück zum Anfang"