İçinde yaşadığımız yüzyıla ‘bilgi çağı’ deniyor. Bilgiye ulaşmanın çok hızlı ve bir o kadar da kolay olduğu bir zaman dilimi. Yeni dünya düzeninde toplumların gelişerek değişmesi ve dönüşmesinde ise bu bilgiyi kullanma biçimleriyle diğer toplumların önüne geçtiklerini görüyoruz. Haliyle ulaştığı bilgiyi ihtiyacına uygun kullanan insan yetiştirmenin de önemi ortaya çıkıyor. Bu neslin çocuğunu düşündüğümüzde ise, teknoloji ile tanışmaları, dünyaya gözlerini açmaları ile başlıyor. Tek bir tuşa basarak dünyanın en ücra köşesindeki bir yerle bağlantıya geçebileceklerini ve yine her türlü bilgiye kolayca ulaşabileceklerini görerek büyüyorlar. Burada başka önemli bir durum karşımıza çıkıyor. Çocuğumuzun var olan imkânları ihtiyaçları doğrultusunda kullanabilmesi ve bilginin gücünü arkasına alarak aranan nitelikli insan konumuna gelebilmesi için ilk önce onda öğrenmeye karşı bir istek oluşması gerekir. Çünkü öğrenmenin lezzetini almış ve bu konuda öğrenmeye karşı sürekli iştiyak duyan çocuklar, kendilerini motive edecek güç ve enerjiyi her daim içlerinde buluyorlar. Ve ancak öğrenme isteği diri duran çocuklar, okula ve okumaya karşı şevk ve heyecan duyabiliyor. Peki, biz anne-babalar, çocuklarımızda bu isteğin ilham olarak gelmesini beklemeden, onların okula ve öğrenmeye karşı motivasyonlarını artırmak adına bir şeyler yapabilir miyiz?
İnsanı harekete geçiren bu isteğin psikolojideki karşılığına motivasyon deniyor. Kişiyi eylem haline geçiren istek, bazen kişinin içinden gelir ve bu içten gelen isteğe iç motivasyon deniyor. Bazen de dışarıdan bir destekle kişinin istek duyması sağlanır ki buna da dış motivasyon deniyor. Bu dışarıdan destekle gelen istek, müdahale ortadan kalkınca genelde yok oluyor. Önemli olan ve aranan, çocuğun içinden gelerek istek duymasıdır. Bilim dünyası, bu motivasyon üzerinde çok kafa yormuş ve teoriler üretmiş. Çünkü bu motivasyon, sadece öğrencilere gerekli olan bir şey değil, iş dünyası da bitmeyen motivasyonun peşinde. Kişinin motivasyon kaynağı, iş başvurularında işverenlerin sordukları sorular arasında önemli bir yer tutuyor.
Çocuğumuzda okula ve öğrenmeye karşı bir isteksizlik görüyorsak ilk olarak elimize büyük bir mercek alıp onların nelere ihtiyaç duyduklarını gözlemleyelim. Çünkü istek duymanın temelinde ihtiyaç vardır. İnsanın yeme, barınma ve giyinme gibi bedensel ihtiyaçları olduğu gibi değer görme, takdir edilme, ait olma gibi duygusal ihtiyaçları da bulunmaktadır. İnsana birçok şeyi sunabiliriz, fakat istediğinin ne olduğunu bilmeden sunduğumuz şeylerin değeri olmayacaktır. Bu duruma bir örnek verecek olursak; okullar açıldığında ana sınıfına ya da birinci sınıfa yeni başlayan bazı öğrencilerimizi gözlemleriz. Onlar daha önce hiç görmedikleri ve tanımadıkları bir ortama ilk kez gelmelerinden dolayı, öncelikle, güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasını isterler. Kendilerini güvende hissettikten sonra, sınıfına ve öğretmenlerinin anlattıklarına dönebilirler. Burada bazen annelerden duyarım: “Hocam, benim çocuğun yediği önünde yemediği ardında. Hiçbir şeye ihtiyacı yok, ama gene de okula ve derslerine karşı isteksiz.” derler. Burada çocuğumuzun bütün bedensel ihtiyaçları karşılanıyor olabilir. Aynı zamanda onların duygusal ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmadığına da bakmak gerekir. Anne babalar, hiç şüphesiz ki çocuklarını çok severler. Fakat önemli olan, bu sevgiyi çocuklarının hissetmesidir. Ebeveynler, bazen farkında olmadan, çocuklarına karnesi kadar ya da aldığı puan kadar sevgi mesajı verebiliyorlar. Ancak başarıya ya da başka bir koşula bağlanmış sevgi, ilişkiyi zedeleyecektir. Çocuklar, başarı düzeyleri ne olursa olsun, anne babaları tarafından sevilmek ve kabul görmek isterler. Çocuğun kendini değerli hissetmesi, öz güvenini artıracak ve onun kendini yetkin hissetmesini sağlayacaktır.
Biz ebeveynlerin çocuklarımıza karşı takındığımız tutum ve davranışlar veya onlara karşı kullandığımız kelimeler onların kendilerine yönelik algılarını şekillendirecektir. Olumsuz kelimelerle onları sürekli eleştirmek veya etiketlemek, onların benlik algılarını olumsuz etkileyerek girişimciliklerini engelleyecektir. Ya da ders çalışmaya, okumaya ve öğrenmeye karşı isteksiz davranan çocuğa sürekli “Ders çalış!” demek, onları bize karşı söz sağırı yapabiliyor. Bizim kelimelerimize karşı duyarsızlaşabiliyorlar. Peki, hiçbir şey demeyelim mi? Tabii ki kapasitelerini kabul eden bir dille teşvik edeceğiz ki çocuğumuzun bir şey yapabileceğine dair kendine olan inancı artsın. Bu inancının artması için ilgi ve seviyesine göre başarabileceği işlere yönlendirerek başarı duygusunu tatmasını sağlayabiliriz. “Benim de yapabildiğim şeyler var, ben de başarabiliyorum.” şeklinde düşünmesi için bolca başarı deneyimi yaşamasına ortam hazırlayarak öz yeterlilik duygusunu geliştirebiliriz.
Asuman DÜZGÜN