BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK VE BÜYÜK YOK OLUŞ
Dağlarını ormanların kaplamadığı, yamaçlarda alageyiklerin koşmadığı, coşkuyla akan akarsularımızın neredeyse tükendiği aşırı kentleşmeyle gelen betonarme hayatlar bizi doğamızdan uzaklaştırmakla kalmayıp artık aldığımız nefesimizi de engellemeye başladı. İnsanoğlunun ilk çağlardan beri durmak bilmeyen dünyaya hükmetme geçirme arzusu, nüfusun son yüzyılda kontrol edilemeyecek şekilde artmasıyla birlikte ele geçireceklerini tüketip artık kendi yaşamını tehdit etmeye başladı. İnsanoğlu tüketim arzusunun ulaştığı ürkütücü boyutları artık göremez hâle geldiği gibi doğanın insana sunduğu sayısız faydayı da yok sayıyor.
Herhangi bir bölgedeki ekosistemde bulunan bitki-hayvan türlerinin ve çeşitlerinin sayıca zenginliğine kısaca biyolojik çeşitlilik denir. Bir ülkedeki bitki ve hayvan türleri, hem o ülkenin hem de dünyanın biyolojik zenginliği olarak kabul edilir. Örneğin Anadolu biyosferde biyolojik çeşitliliği yüksek olan sayılı bölgeler arasındadır.
İnsanlar çok değil 200 yıl öncesine kadar ekosistemlerdeki doğal varlıklarla iç içe yaşarken zamanla ve hızlı nüfus artışıyla birlikte doğal kaynakların bilinçsiz kullanılması ve teknolojinin gelişmesi sonucu doğanın dengesi bozulmuş, birçok çevre sorunu ortaya çıkmıştır. Aslında küresel ısınmayla da ilişkili olan çevre sorunlarının en önemlilerinden birisi de biyolojik çeşitlilik kaybıdır. Şu anda doğal yaşam ve insan refahını etkileyen, devamlı bir biyolojik çeşitlilik kaybına şahit oluyoruz.
Yaklaşık 3 milyon yıl önce Türkiye Sanayi Devrimi dönemine göre 2 °C daha sıcaktı. Günümüzdeki sıcaklıklarsa bu oranın altında kalıyor. Peki, neden kaygılanıyoruz? Çünkü iklim değişikliği hızı, canlıların bu iklim değişikliği hızına uyum sağlama hızının çok ötesinde. Bu nedenle gezegenimiz erken kayıplar yaşıyor.
Ülkemiz sahip olduğu biyolojik çeşitlilik açısından yeri doldurulamaz bir konumda. Hem Türkiye hem de dünya ekosisteminin sürdürülebilirliği açısından bu kadar büyük öneme sahip olan ülkemizde ormanların yok oluşu yaşanan biyolojik kayıp sürecini hızlandırıyor. İnsan eli değmemiş; dolayısıyla karbon yutma ve depolama kapasitesi yüksek ormanlar biyolojik çeşitlilik açısından çok çok önemli!
Yanlış arazi ve deniz kullanımı, organizmaların doğrudan kullanımı, iklim değişikliği ve kirlilik… Dünya üzerinde karasal alanların % 75’i insan eliyle değiştirilmiş durumda. Sulak alanlara baktığımızda ise insan elinin yıkıcı yönü daha çok göze çarpıyor; sulak alanların% 85’inin kaybolduğunu görüyoruz. Biyosferde kayıplar elbette var ama bu kadar kısa süre içerisinde türlerin yok olması bilim çevrelerinde büyük yok oluş diye tanımlanıyor. Örneğin memelilerin yok oluş hızı olağan yok oluşun 1830 kat üzerinde seyrediyor.% 75 oranında büyük bir yok oluşun yaklaşık 2 milyon yılda gerçekleşmesi gerekiyordu. Şu an bu rakam binlere inmiş durumda. Son 50 yılda ise dünya üzerindeki biyolojik çeşitlilik kaybı olması gereken kaybın çok daha üzerinde seyrediyor. Yani büyük yok oluşlar artarak devam ediyor.
Peki, bu ne demek?
Ekosistemin her parçası, birbirleriyle çeşitli bağlantılar içerisindedir. Bu parçalardan herhangi biri bozulursa ya da sistem dışına çıkarılırsa sistem görevini yapamaz hâle gelir. Yani başta sağlık, gıda güvenliği, ekonomi olmak üzere neredeyse tüm yaşamsal döngülerimizde hayati öneme sahip olan biyolojik çeşitlilik kaybı, türlerin (tüm canlı varlıklar; bitki hayvan vs.) zamansız yok oluşuyla doğadaki dengeyi alt üst ediyor ve zarar olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin; ekosistemin düzeni açısından çok önemli olan Anadolu yer sincabını ekosistemden çektiğiniz zaman sistem faaliyetleri çarpıcı bir şekilde olumsuz etkileniyor. Kışın toprakta yuvalanan yer sincabı toprağın yaklaşık bir metre kadar altında kışlıyor. Böylelikle hem toprak verimliliğini hem de toprağın alt üst edilmesini sağlayarak verimliliği ve peyzaj çeşitliliğini artırıyor.
Temiz hava, taze ve temiz su, ilaç ve barınak gibi temel ihtiyaçlarımıza kaynak oluşturan biyolojik çeşitlilik aynı zamanda insanları psikolojik, duygusal ve ruhsal yönden olumlu etkiliyor. İnsan yaşamının sürdürülebilirliğinde biyolojik çeşitliliğin oynadığı büyük rol, onun devam eden kaybını giderek daha tedirgin edici hâle getiriyor.
Aynı zamanda ilaç ham maddesi olarak kullanım potansiyeli taşıyan bitkilerden elde edilen ilaçlara insanlar sağlıklı yaşamak için gereksinim duymakta. Bitkilerle tedavi sanayileşmeyle birlikte dünya çapında önemini kaybetmiş gibi görünse de bitkisel ilaçlar dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan insanlar tarafından hâlen kullanılmaya devam ediyor. Çin, Hint, ve Japon geleneksel tıbbı hakkında yazılı pek çok kaynak mevcut. Avrupa’da satılan reçeteli ilaçların % 25’i bitkilerden elde edilen ham maddeleri içeren ilaçlardan oluşuyor. 20 bin ile 70 bin arasında bitki geleneksel tıpta veya ilaç ham maddesi olarak kullanılmaya devam ediyor.
İnsanoğlu, bir süreden beri yeryüzündeki bütün canlıların birbirleriyle etkileşim içinde olduğunun, hiçbir canlının izole bir yaşam sürmediğinin farkına vardı. Yaşanan bu “uyanış” ve dolayısıyla bilinçlenme geleceğimiz için umut vadediyor. Tabiatın verdiği bütün uyarıları göz ardı ederek dünyayla kendi aramıza mesafe koyup yok oluşların seyircisi olmak aynı zamanda insanın da kendi yok oluşu demek. Doğanın gösterdiği bu alarm işaretlerine kulak verip hem kendimizi korumalıyız hem de gelecek nesillerin hayat haklarını onlara teslim etmeliyiz.