Türkiye’nin Doğu Akdeniz Politikası Ve Nedenleri

Günümüzde Doğu Akdeniz’e  kıyıdaş  ülkeler  olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, Lübnan, Suriye, Libya, Tunus  Doğu Akdeniz havzasını oluşturmaktadır.

Batı’da bölgeye Levant da denilmektedir. Türkiye açısından  bölge,  kıtalar arasında bir geçiş yolu  ve dünyanın değerli ticaret yollarının güzergahındaki önemli bir yer,  Anadolu’nun dışarıya açılmasını sağlayan  siyasi, askeri ve ekonomik kapı olmasının yanında  bir güvenlik alanıdır da.

Fakat son zamanlarda bölgede bulunan doğalgaz ve petrol yatakları ile Deniz Yetki alanları meselesinin öne çıkması  bölgeyi adeta dünya gündemine oturtmuştur. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre, Doğu Akdeniz havzasında  yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol bulunduğu tespit edilmiştir. Dünya doğalgaz  tahmini rezervi 193,5 trilyon metreküp olarak hesaplanmaktadır. Bunun 122 milyon metreküpünün Doğu Akdeniz’de olduğu  tahmin edilmektedir.

Bu bilgilerin açıklanmasıyla  bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve Libya Doğu Akdeniz‘de bu yeni enerji alanları konusunda  aktif politika yürütmeye başladı.

Bölgede enerji konusundaki hareketlenme 2002 yılından itibaren başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti, adına hareket eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2002‘den itibaren Doğu Akdeniz‘de başta Mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler olan Lübnan, Suriye ve İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmaya başladı.

Türkiye ise 2004 Yılında bu anlaşmaların Kıbrıs Türkleri ve Türkiye‘nin haklarını çiğnediği gerekçesiyle konuyu BM‘ye taşıdı ve kendi münhasır ekonomik bölge haritalarını BM nezdinde onaylattı.

Türkiye‘nin BM nezdinde itirazlarına rağmen Kıbrıs Rum Yönetimi, 2007‘nin başında 13 adet  petrol ve doğalgaz arama sahası ilan etti. Hemen ardından batılı büyük petrol şirketlerine arama ruhsatı verme aşamasına geçti.

Buna karşılık olarak Türkiye, Doğu Akdeniz‘deki MEB bölgesinde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile anlaşma yaparak adanın kuzeyi ve doğusunda belirlediği bölgelerde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Şirketine arama ruhsatları verdi. Böylece de gerginlik başladı. GKRY‘nin adanın tamamını temsil etmemesine rağmen bloklar oluşturarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesine karşılık verilmiş oldu.

Münhasır Ekonomik Bölge (MEB )kıyı devletinin esas hatlarından itibaren 200 mil mesafeye kadar ilan ederek tesis edebileceği bir deniz yetki alanıdır.  MEB kıyı devletine 200 mil içinde kıta sahanlığının verdiği hakların hepsini vermektedir.

2 Ocak 2020’de imzalanan East Med Boru Hattı ( Doğu Akdeniz Petrol Taşıma Boru Hattı -East-Med boru hattı )projesi Türkiye devreden çıkarma projesidir. Bu projeyle Akdeniz gazının İsrail, GKRY ve Yunanistan üzerinden Avrupa‘ya gönderilmesi hedefleniyor.  Bölgenin jeolojik yapısının kırılganlığı ve hat uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda  planlanan boru hattının teknik ve ekonomik açıdan fizıbıl olmadığı kabul ediliyor.  Ayrıca  projenin öngörülen güzergahı Türkiye‘nin deniz yetki sahalarından geçiyor. Sonuç olarak aktörlerin Türkiye‘yi de hesaba katarak hareket etmesi gerekiyor.

2019 Ocak ayında Kahire‘de bir araya gelen GKRY, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır, Doğu Akdeniz Gaz Forumu‘nu kurduklarını ilan ettiler. Türkiye yok. KKTC yok. Forumun amacı bölgesel kaynakların üretimi, tüketimi ve pazarlanması süreçlerinde işbirliği yapmak ve Türkiye  ve  KKTC’nin olmadığı Doğu Akdeniz‘i yeni bir enerji üssüne dönüştürmek olarak açıklandı.

TÜRKİYE’NİN POLİTİKASI

Türkiye Kıbrıs‘ta, Türklerin Rumlarla eşit haklara sahip olduğunu ve adanın zenginliklerinden ortak faydalanılması gerektiğini savunuyor. Kendisini Doğu Akdeniz‘de sadece Antalya Körfezi tarafına , yaklaşık 41. 000 kilometre karelik bir deniz yetki alanına sıkıştıracak politikaları boşa çıkartmaya çalışan, Akdeniz’e 1577 km. kıyısı olan  Türkiye, hem kendisinin hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için imkanlarını seferber etmeye başladı.

Türkiye her fırsatta bölgede faaliyet yürüten enerji şirketleri ile ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere GKRY‘nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeyi tanımadığını ve Türkiye‘nin deniz yetki alanlarıyla çakışan bölgelerde arama ve üretim çalışmalarına izin vermeyeceğini belirtiyor. Ayrıca Türkiye, GKRY‘nin adanın tamamını temsil eden bir devlet olmadığı için münhasır ekonomik bölge oluşturma ve ihale etme hakkı da bulunmadığını muhataplarına iletiyor.Türkiye, Doğu Akdeniz’de ekonomik ve siyasi haklarını korumak için,  haklılığını gösteren,  daha yüksek sesle  ve daha kararlı bir politika izlemeye yöneldi.

AB, „Avrupa Birliği Kıbrıs‘ın arkasındadır. Türkiye‘yi AB üyesi ülkelerin egemenliğine saygılı olmaya çağırıyoruz. Avrupa Konseyi gelişmeleri yakından izlemeye devam edecektir” diyerek GKRY ve Yunanistan’a destek çıktı. Yunanistan ve GKRY bu destekle ölçüsüz, hesapsız ve uluslararası hukuka aykırı hareket ediyor. Mamafih son zamanlarda Almanya ve Avusturya’nın Yunanistam’ın AB’yi kendi çıkarları için kullandığını fark ettiğini görüyoruz.

İki ülke arasındaki htilaf, esas olarak Ege adalarının yetki alanları ve BM Deniz Hukukuna göre statüleri konusundaki görüş ayrılığından kaynaklanmaktadır. Türkiye ile Yunanistan arasındaki  asıl gerginlik Meis adası özelinde yaşanıyor.  Yunanistan, Meis adası da dahil olmak üzere Ege denizindeki adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye karşı bu görüşleri sıklıkla dile getiren Yunanistan aynı iddiaları başkasına karşı ileri sürememiştir.  Mesela Yunanistan, 9 Haziran 2020 tarihinde İtalya ile yapılan İyon Denizi Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması anlaşmasında adaların yetki alanlarından bahsetmemiştir. İtalya ile yapılan sınırlandırma anlaşmasında Yunanistan iki ülke arasında bulunan ve egemenliği Yunanistan’a ait olan adaların münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu ileri sürmemiştir. Sınırlandırma anlaşması taraflar arasında ana karalar dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Aslında doğrusu da budur. Ama Yunanistan aynı şeyi Türkiye için yapmamakta, sorun çıkarmaktadır.

Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki görüşleri, uluslararası hukuka uygun olarak sınırlandırmanın anlaşma ile yapılması ve doğal uzantının esas alınması şeklindedir. Uluslararası Adalet Divanının 1969 tarihli kararına dayanan Türkiye, Ege denizindeki adaların Anadolu yarımadasının doğal uzantısı içerisinde yer aldıkları için kıta sahanlığına sahip olamayacakları görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye göre, Ege denizinde kıta sahanlığı sınırlandırması ana karalar esas alınarak hakça ilkelere göre yapılmalıdır. .Yunanistan’ın İtalya ile yaptığı  anlaşma gibi.

Türkiye, izlediği politika ile, Ege denizindeki adaların karasuları hakkını kabul etmekte, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkında adaların deniz yetki alanı doğurmayacağını öne sürmektedir. Devletin tüm ülkesinin adalardan oluşması durumunda adaların deniz yetki alanlarına sahip olacağı, ayrıca bir kıta ülkesi olması halinde adaların değil de kıta ülkesinin esas alınması görüşünü  dile getirmektedir. Yunanistan  ise Ege denizindeki adalardaki benzer anlaşmazlıklar için yol gösterici karakter taşıyan Uluslararası Adalet Divanı kararlarını ve içtihatlarını dikkate almamaktadır.

Bu yıl Temmuz ayı sonlarında Türkiye bir navtex (denizcilere duyuru) yayınlayarak Meis adasına mücavir bölgede Oruç Reis gemisinin bilimsel araştırma yapacağı uyarısında bulundu.. Yunanistan’ın aynı bölgede mukabil bir navtex ile hak iddia etmesi üzerine, Türkiye “Anadolu’ya 3 km, Yunanistan ana karasına 580 km uzaklıkta olan  Meis adasının,  kendi 7.3 kilometrekarelik yüz ölçümünün 4 bin katı, yani  30 bin km genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratması ne mantıklı ne de hukukidir.  Uluslararası hukuk hükümleri ile  de uyumlu değildir.

TÜRKİYE BU PLANLARI BOZMAK ZORUNDA.

Türkiye Yunanistan’ın bu haksız ve  hukuksuz oyunlarını bozmak zorundadır.  Bunun için de bazı önemli adımlar atıyor. İşte bu stratejik adımlardan biri  de Libya ile imzalanan Mutabakat zabtıdır. Türkiye ile Libya arasındaki bu anlaşma: Doğu Akdeniz‘deki Yunan –Rum kuşatma ve işgaline son vermeye yöneliktir. Yunan iddiaları karşısında Türkiye bir yandan uluslararası hukuka göre görüşlerini ortaya koymuş, öte yandan gereken adımları atmaktan kaçınmamıştır. Türkiye’nin 27 Kasım 2019’da Libya ile  Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması imzalamış ve anlaşmanın ardından Akdeniz’de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge alanı 189 bin kilometrekareye yükselmiştir. Yani Türkiye Doğu Akdeniz‘deki çıkarlarını tehdit eden gelişmeleri bundan böyle Girit Adası açıklarından itibaren karşılama hakkına sahip olacaktır. Türkiye’nin BM Deniz Hukuku hükümleri ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ile teyit edilen kararlı tutumu, Yunanistan ve Batı’nın, Doğu Akdeniz’e ilişkin tüm hesaplarını geçersiz kılmıştır.

Bu gelişmeler üzerine Yunanistan acele olarak Mısır ile bir deniz yetki anlaşması imzaladı. Türkiye, Yunanistan ile Mısır’ın kıta sahanlığında uzlaşarak karşılıklı deniz yetki alanları belirleme anlaşması yapması ve bu yetki alanlarının Türkiye’nin Libya ile anlaşma yaptığı deniz yetki alanları ile bazı noktalarda çakışması üzerine daha önce ilan edip sonra  kaldırdığı Navtex’i tekrar ilan etti. Türkiye  ilan ettiği bildirim ile, deniz yetki alanı bölgesinde sondaj çalışmaları yapacağı için bölgeye diğer ülke gemilerinin yanaşmaması istendi.

Oruç Reis Sondaj gemisi de donanmamızdan gemiler eşliğinde Meis adası yakınlarında sondaj çalışmalarına başladı. Mesele kararlılık göstererek bir emri vaki ile Doğu Akdeniz’deki haklarını kaybetmemek, onlara sahip çıkmak meselesidir. Açıkçası bunun hükümetlerle de ilgisi pek yoktur. Zira mesele bir halkın, bir devletin çıkarlarını koruma meselesidir. Hangi hükümet olursa olsun bu kararlılığı göstermek zorundadır. .

Yunanistan buna büyük tepki gösterdi ve süre vererek çalışmaların durdurulmasını  istedi. Bölgeye savaş gemilerimi gönderdi. Fransa ile de bölgede ortak bir tatbikata başladı.

Bölgede Fransa ile ortak tatbikat yaparak Türkiye’ye göz dağı vermeye çalışan Yunanistan’ın bir  gemisi  Oruç Reis sondaj gemisini taciz etti.

Bunun üzerine  donanmamızdan bölgede bulunan bir firkateyn buna cevap verdi. Yunan gemisi derhal alandan çıktı. Türk firkateyni onu takip etti.  Türk firkateyninin manevrası karşısında Yunan firkateyni geri çekilmek zorunda kaldı. İki gemi Girit adası  yakınlarında hafifçe çarpıştı. Yunan gemisinin burun kısmında hasar oluştu. Ancak Yunan gemisi ortak tatbikat bölgesine geri dönmeyi başardı.

Ortamın iyice gerilmesi üzerine Almanya başbakanı Merkel arabuluculuk yapmak istedi.  Hem Türkiye hem Yunanistan ile görüştü.  Ama görüşmelerden somut bir sonuç çıkmadı. “Durumun yumuşatılması”  gibi  bir öneride de anlaşıldığı taraflarca açıklandı. Gerginlik hala sürüyor.

Sonuç olarak Doğu Akdeniz’de barışçı, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm ancak kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge  deniz yetki alanlarının bütün ilgili ülkeler arasında ve yine bütün tarafların hak ve çıkarlarını gözeterek yapılacak düzenlemelerle olur.

Siyasi dayatmalar bölgeye istikrarsızlık,  kaos ve savaştan başka bir şey getirmez.

Prof.Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Ankara Hacı Bayram Veli Üniv. Öğ. Üyesi
Die mobile Version verlassen