“Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğmuştur”

Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşında. Bir asrı geride bırakan devletimiz dinç şekilde büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Tarihçi yazar Prof. Dr. Tufan Gündüz ile kurtuluş ve kuruluş günlerini, değişimleri, gelişimleri, gelecekteki hedefleri yani Kızılelma’yı konuştuk. Prof. Dr. Tufan Gündüz, “Türkiye durdurulamaz şekilde gelişiyor. Daha büyük ekonomilere ulaşmanın birinci şartı üreten ülke olmaktır. Bu da enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasından geçiyor. Türkiye’nin son yıllardaki hamlelerinin çoğu bu yöndedir.” diyor. | İlker Nuri ÖZTÜRK

Yüz yıllık hikâyede yıkılmış ve harap olmuş bir ülke modern bir vizyona kavuşmuştur. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu ülkenin duvarına bir tuğla koyan herkese minnet borcumuz var.”

Biz bu Cumhuriyet’i nasıl kurduk?

Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde “devleti nasıl kurtarabiliriz” fikrinin doğurduğu mecburiyetlerden biri meşrutiyet rejimini tesis etmek olmuştu. Ancak çok uluslu bir yapıda bunu sistemli bir şekilde çalıştırmak mümkün olmadı. Bu arada zayıf da olsa cumhuriyet fikrini ileri sürenler de vardı. Gerçekte ise Millî Mücadele’nin yeni bir devlet fikrini ateşlediği ortada. Bu yeni devletin rejiminin yavaş yavaş cumhuriyete doğru evrilmesi ise devrin şartlarının bir sonucu oldu. İki yıl boyunca tek başına faaliyet gösteren I.TBMM, kendi üzerinde bir güç tanımamakla zaten cumhuriyetin temellerini atmış sayılırdı. Millî Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasından sonra ise yapı daha sistematik hale getirildi. 

Kuruluş aşamasında topraklarımızdaki düşman postallarını yok edecek şekilde bölgesel olarak bir direniş vardı. Peki, bu güç nasıl bir araya toplandı?

Millî Mücadele, I. Dünya Savaşı’ndan sonra bize dayatılan barış antlaşmasına -ki sonradan Sevr Antlaşması diye şekil buldu- bir tepki olarak ortaya çıktı. Aslında bu hâliyle Millî Mücadele I. Dünya Savaşı’nın devamıdır. Ancak direnişin iki hâli vardır. Birincisi bölgesel yerel direniş hareketleridir. Bunların hemen hemen hepsi bölgedeki mülki idareciler veya sivil kıyafetli subaylar tarafından örgütlenmiştir. İkincisi ise, terhis edilmesi geciken/geciktirilen askerlerden oluşan dağınık ve perişan birliklerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi direnişin örgütlenmesini hızlandırdı. Elbette o bir subaydı ve düşmana karşı verilecek mücadelenin düzensiz kuvvetlerle başarıya ulaşamayacağını biliyordu. Bunun için önce ikna yöntemleri daha sonra mecburi istikametler kullanıldı. Yine de askeri hareket düzenlemenin imkânsız olduğu Antep, Maraş, Adana ve Urfa’da Kuvayı Milliye’nin direnişi sağlandı. Bu kuvvetlerin de sevk ve idaresi yine subaylar tarafından yapıldı. 

Türk devletleri içindeki devamlılık bakımından Cumhuriyet Türkiyesi’nin yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin tarihi kökleri Asya’daki devletlerimize dayanır. Türkiye; Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Selçuklular ve Osmanlılardan gelen siyaset, bürokrasi, diplomasi, töre ve kültür değerlerinin bir sonucudur. Büyük ve güçlü devletlerin kökleri daima daha derinlerdedir. Bu yüzden Türkiye’yi öncelikle Osmanlı Devleti’nin her yönüyle devamı olarak görmek durumundayız. Zaten tarihi gerçekler ve olayların akışı da bunu göstermektedir. 

Yeni vatanda yeni bir devlet kurulurken toplum için de yenilik hazırlığı yapıldı. Cumhuriyet gençlerden, toplumdan ne bekliyordu?

Aslında gecikmiş ıslahatlardı yapılanların çoğu. Ancak yeni Türk Devleti’nin en temel değişimi hukuk alanında oldu. Hukuk ve adalet alanında hızlı bir laikleşme gerçekleştirildi. Bazı hukuk kurallarında İtalya ve İsviçre örnek alındı. Ankara’da yeni hukuk düzeninin eğitimini verecek olan Hukuk Mektebi açıldı. Eğitimde ise yeni insan tipi yetiştirmek ön plana çıktı. Bürokrasi için Mülkiye Mektebi kuruldu. Harp Okulu da Ankara’ya taşındı. Böylece yeni hukuk, yeni insan tipi, yeni bürokrat ve yeni ordu anlayışı hâkim kılındı. Bütün bunlarla birlikte eğitim öğretim seviyesinin düşük, okullaşmanın son derece sınırlı olması büyük handikaptı. Bunu aşabilmek için de ülke çapında eğitim öğretim seferberliği başlatıldı. Millet mektepleri açıldı. Yine de bütün bunların kısa zamanda çözülecek meseleler olmadığını söylemek lazım. Çünkü mülkiye, adliye, askeriye için birtakım gayretler var ama örneğin tıp, eczacılık, diş hekimliği gibi alanların doldurulması hayli zaman almıştır. Keza tarım sahalarının ıslahı, genişletilmesi, ticari tarıma geçilmesi için alet ve edevatın çoğaltılması ise en az elli yıllık bir gayreti gerektirmiştir. 

Atatürk’ün uyguladığı “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin sebepleri, hedefleri ve sonuçları nelerdir? Tarım, eğitim, ulaşım, fabrikalaşma alanındaki bağımsızlık hamleleriyle beraber nasıl okuyabiliriz?

“Yurtta sulh, dünyada sulh” prensibine ihtiyaç duyan bir milletiz. Bir yiğit yirmi yılda meydana geliyor. En önemli güç insan kaynağımız ve bu kaynağı artık savaşlarla heder etmememiz gerekiyor. Barış talepleri kendi haklarımızı savunmayacağımız anlamına da gelmez tabii ki. Eskiler, “Hazır ol cenge ister ise sulh ve salah” demişler. Barışın yolunun da güçlü bir ordudan geçtiği, caydırıcı gücün en önemli barış aracı olduğu artık modern dünyada genel kabul görüyor. Bunun için kendi silahını kendisi üreten ülkeler safında olmak gerekiyor. Elbette bu husus tek başına da yeterli değil. Topyekûn kalkınma en önemli caydırıcılıktır.

Türkiye Cumhuriyeti hem mücadelesi hem de politikalarıyla diğer ülkelere nasıl bir rol model olmuştur? Dünya basınından Atatürk ve Cumhuriyet hakkında dikkat çekmek istediğiniz bir bakış var mı? 

Türkiye, Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra adeta Anadolu’dan bile çıkarılmak istenen bir millet, yeni bir devlet ve yeni bir hayat anlayışıyla dirilmiştir. Yüz yıllık hikâyede yıkılmış ve harap olmuş bir ülke modern bir vizyona kavuşmuştur. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu ülkenin duvarına bir tuğla koyan herkese minnet borcumuz var. Atatürk’ün getirdiği vizyon daima batılı-kalkınmış ülkeler seviyesine çıkmak olmuştur. Hükûmetler de yüz yıl boyunca bu şiardan vazgeçmediler. Dış politikada zaman zaman zayıflıklar olmuşsa da bu içte de güçlü olmayışın bir sonucudur. Artık bunun da tamamen değiştiğini, Türkiye’nin uluslararası arenada daha güçlü göründüğünü de söylemek lazım. 

Türkiye Yüzyılı vizyonu içerisinde enerji, iklim, çevre, tarım, kent kültürü, sanayi, teknoloji, zanaat, bilim gibi birçok alanda projeler üretildi. Bunların Cumhuriyet’e katkıları konusunda ne söylemek istersiniz?

Türkiye durdurulamaz şekilde gelişiyor. Daha büyük ekonomilere ulaşmanın birinci şartı üreten ülke olmaktır. Bu da enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasından geçiyor. Türkiye’nin son yıllardaki hamlelerinin çoğu bu yönde ve doğru hamlelerdir. 

Günümüzde Enver Paşa ve İttihatçılar çok tartışılıyor. Cumhuriyet’in adım taşları döşenirken bu cemiyetin nasıl bir katkısı olmuştur?

İttihatçılık bir siyasi hareketten çok bir ruh hâliydi. Osmanlı Devleti’nin dağılışı düşünülürse bu ruh hâli daha iyi anlaşılır. Millî Mücadele’de aslında ittihatçıların ciddi katkıları olmuştur. Onların tek gayesi yıkılmakta olan bir devletten bir vatan çıkarmaktı. Davaları büyüktü. Sanıldığı gibi macera peşinde de koşmadılar. 

“Büyük ve güçlü devletlerin kökleri daima daha derinlerdedir. Bu yüzden Türkiye’yi öncelikle Osmanlı Devleti’nin her yönüyle devamı olarak görmek durumundayız.”

Son kitabınız “Kızılelma”da Türklerin zihin dünyasındaki ufuklara dikkat çekiyorsunuz. Cumhuriyet’in bugününde Kızılelma nedir, neresidir?

Bir ülkü olarak Kızılelma dün Türk ordusunun ulaşabileceği son sınırları ifade ediyordu. Bugün kalkınmayı, müreffeh olmayı, iyi eğitimi, güçlü devleti ve çağdaş gelişmelerden pay sahibi olmayı ifade ediyor. Galiba “Kızılelma neresi?” fikrinden “Kızılelma nedir?” sorusuna dönüyoruz. Her zaman yeni bir Kızılelma ideali kurmak zorundayız. 

Bağımlılıklar hakkında görüşünüz nedir? Yeşilay’ın tarihteki yerini anlatabilir misiniz? 

Yeşilay, işgal yıllarında İstanbul’da kuruldu. Bunalım dönemleriydi ve İstanbul’da işgalci güçlerin yarattığı psikolojik çöküntünün alkol ve madde kullanımına evrilmesine mani olmak amacıyla kurulmuştu. Neredeyse 100 yıldan fazladır aynı amaçla faaliyetine devam ediyor. Bir ticari faaliyet içinde olmamasından dolayı da genellikle kendi yağıyla kavruluyor. Ancak Yeşilay’ın toplumu ayakta tutmak için gösterdiği gayret hep gözden ırak kalıyor. Şu kadarını söyleyeyim ki, tehlike çok büyük ve Yeşilay’ın toplum tarafından her yönüyle destek görmesi lazım. En yaygın bağımlılık sigara kullanımı. Çünkü yasal ve edinmesi kolay. Yavaş yavaş esir alıyor ve zaman içinde yaşam kalitesini derinden etkileyecek zararlar veriyor. İçenler bir gün sigarayı bırakabileceğini söylüyor ama o gün hiç gelmiyor. Sigaranın el alışkanlığı değil ciddi bir bağımlılık olduğunu topluma kabul ettirmek durumundayız. Kullanımı yasak olan maddeler ise günümüzde ciddi bir sorun haline geldi. Ne yazık ki madde kullanımı yaygınlaşıyor ve kullananların yaşı da giderek küçülüyor. Yeşilay’ın kurumsal gayretleri tek başına yetmez. Ailelerin de geniş destek vermesi gerekiyor. Maalesef bu konuda en büyük yanılgı ailelerde ortaya çıkıyor. Aileler konuya duygusal yaklaşıyor ve “konduramıyor”. Mesele öğrenildikten sonra da uzun tedavi süreçleri, mahvolan aileler, dağılan yuvalar ve heder olan yaşamlar ortaya çıkıyor.

Exit mobile version