İnsanlık tarihinde, dönemin şartlarının zorladığı kendine özgü uygulamalar vardı. Günün koşullarının göre ortaya çıkan ihtiyacı gidermek amacıyla geliştirildiği için devrin karakteristiğine göre şekillenerek dönemin ruhunu yansıtıyordu. Tarih boyunca ülkelerin birbirleriyle giriştikleri siyasal, askeri ve ekonomik mücadelelerine göre ortaya çıkarak biçimlenen devletlerarası ilişkiler, bu bakımdan kendine özgü bir sistematik oluşturmuştu. Modern dönemlerin ilişkilerden farklılık gösteren bu tür uygulamalar, yönetsel gereksinimlerin yarattığı sonuçlardı. Ortaya çıktığı dönemin ruhuna özgü oluşan kurallar silsilesi, gelenekselleşen uygulamalar halinde varlığını sürdürüyor, nadir olarak yazılı metinlere konu oluyordu.
Devletlerarası ilişkileri belirleyen bu tür uygulamalardan biri de ülkelerin yönetimini elinde bulunduran hanedan üyelerinin çocuklarının diğer devletlerin başkentlerine/saraylarına rehin olarak gönderilmeleriydi. Tam anlamıyla diplomatik bir uygulama olan rehinlik, devletlerarası ilişkilerde yüzyıllarca başvurulan yöntem olarak varlık gösterdi. Rehinlik diplomasisi uygulamasının en önemli sebebi, rekabet halindeki devletleri ya da muhalifleri kontrol etmek ve ilişkileri güven altına almaktı. Her hangi bir devlet veya devlet yönetimi, beklenmedik bir saldırıyı, olası ittifakları veya muhalif bir girişimi önlemek amacıyla rakip devleti yöneten hanedanın üyelerini ya da ülke içerisindeki muhaliflerin çocuklarını kendi saraylarında alıkoyarak görece siyasal iktidarlarının güvenliğini sağlamaya çalışıyorlardı.
Rehinlik diplomasisi güçle doğru orantılıydı ve zayıf devletlerin aleyhine işleyen bir yönü vardı. Daha güçlülerin sarayları, her zaman kendisine bağlılık göstermek zorunda kalan devletlerin hanedan üyelerinin çocuklarıyla dolup taşıyordu. Bazen de ülke içerisinde muhalif olarak görülenler, iktidara karşı girişecekleri olası eylemlerini önlemek adına yakınlarını, güçlü ülkelerin saraylara rehin olarak göndermek zorunda kalıyorlardı.
Diplomatik rehinlik, Türk tarihinde çok eskilere dayanan bir geçmişe sahipti. Tarihteki izleri, bilinen ilk Türklere/Hunlara kadar uzanıyordu. Sonraki yüzyıllarda da hep devam etti. Büyük Selçuklular zamanında, bağlı hükümdarların oğullarından veya kardeşlerinden birinin sultanın sarayına rehin olarak gönderilmesi şeklinde her zaman sürdürüldü. Büyük Selçukluların ünü herkesçe kabul edilen veziriazamı/başbakanı Nizamülmülk, Siyasetnâmeadlı eserinde;bağlı hükümdarların oğlunun veya kardeşinin rehin olarak Selçuklu sarayında bulunmasını, böylece rakip hükümdarın isyan edemeyeceğini, rehinlerin devlet için emniyet açısından faydalı olacağını, sayılarının en az beş yüz kişiyi bulmasını, her yıl değiştirilmesini, yenileri gelinceye kadar eskilerinin gönderilmemesini, aksi takdirde hükümdara karşı bir isyanın çıkabileceğini belirtiyordu.
Türklerin on birinci yüzyıldan itibaren başlattıkları akınlar sonucunda Türkiye’ye yerleşmelerinden sonra da aynı uygulama sürdürüldü. Özellikle Doğu Roma İmparatorluğu ile ilişkilerde rehinlik diplomasisi sıklıkla başvurulan bir uygulama oldu. Türkiye Selçuklularının hanedan içerisindeki anlaşmazlıklarının yarattığı koşullar ve Moğollarla girişilen kıyasıya mücadele, aile üyelerinin gerek hayatlarını kurtarmak adına gerek kalkıştıkları iktidar mücadelesinde destek bulmaya yönelik çabaları için gerekse yapılan anlaşmaların şartı olarak Doğu Roma sarayında rehin hayatı sürdüler. Bu dönemin trajedisi, rehinlik diplomasisinin Türklerin aleyhine işlemesiydi.
Diplomatik rehinlik Osmanlı döneminde de önemli bir devletlerarası ilişki biçimi olarak kullanıldı. İmparatorluğun erken dönemlerinde başta Doğu Roma İmparatorluğu olmak üzere rakip devletlerin saraylarına karşılıklı olarak rehinler gönderiliyordu. Amaç, devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde karşılıklı güven ve emniyeti sağlamaktı. Her iki taraf açısından hanedan üyesi birinin karşı taraf elinde rehin olarak bulunması, olası saldırı girişimini ya da iç işlerine müdahale anlamına gelen faaliyetleri önlemeye yönelik bir amaca hizmet ediyordu.
Osmanlılar açısından diplomatik rehinlikten beklenen faydalardan biri de, saraylarında bulunan rakip hanedan üyelerinin daha sonraları ülkelerindeki iktidarı ele almaları halinde, çıkarlarına uygun bir politika takip etmelerini ve kontrol altında tutulmalarını sağlamaya yönelikti. İmparatorluğun sıklıkla başvurduğu rehinlik diplomasisinin dikkat çeken başkaca bir yönü de aynı zamanda ülke içerisindeki muhalefete karşı bu uygulamanın bir emniyet kalkanı olarak kullanılmasıydı. Bu manada dönemin rehinlik diplomasisinin muhatapları, hem hükümdarın akrabaları, hem yönetim kademesinde yer bulabilen seçkinler hem de Türk beyliklerinin hanedanlarıydı. Türkiye’deki siyasal iktidarın tek ve kutsal sahibi olduğunu düşünen Osmanlı hükümdarı, söz edilen her üç gurubun, otoritesine karşı olası eylemlerini engellemek amacıyla rehinlik diplomasisinden bolca faydalanma yoluna başvurdular.
Doğu Roma İmparatoru Ioannes’in oğlu Manuel Palaiologos ile kardeşi Andronikos, Eflak beyliği yapan ve Kazıklı Voyvoda olarak bilinen Vlad Çepiş yani Cellad Vlad ile yine Eflak Bey’i Drakol’un iki oğlu, asıl adı Gjergj Kastriyoti olan ve Arnavutluk isyanının lideri İskender, Floransa Dükası Neris Atziavolos’un amcası, Mısır Sultanı Kansu Gavri’nin oğlu Mehmet, Halife III. Mütevekkilullah, Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun, Menteşeoğlu Beyliği’nin yöneticisi İlyas’ın Üveys ve Ahmet adlı iki oğlu ile Karamanoğlu İbrahim Bey’in kardeşleri İsa ve Alâeddin, Osmanlı sarayında rehin olarak bulmak zorunda kalan ünlülerdi.
Osmanlı hanedanı üyelerinden Mehmet’in (II) torunu Korkut, Selim’in (II) yeğenleri Mehmet, Musa, Orhan, Osman, Emir, Osman ve Mustafa ile ağabeyi Bayezit’le (II),kıyasıya mücadeleye giren Cem’i yakalamak için İtalya’daki seferi bırakıp gelmesi emredilerek şehzadenin üzerine gönderilen Gedik Ahmet’in oğlu, Osmanlı sarayında konuk edilen rehinlerdi.
Öte yandan Osmanlı hanedan üyelerinin de rakip devletlerin sarayında rehin olarak bulundukları oluyordu. Farklı sebeplerle rakiplerinin eline rehin düşebildikleri gibi iktidar savaşlarındaki başarısızlıkları dolayısıyla kaçarak gitmek zorunda kalanlar da vardı. Osmanlı hanedan üyeleri, sığındıkları ülkelerde yaşama şansı yakalarlarken kaçınılmaz olarak karşılığında rakip devletler tarafından maddi ve siyasi açıdan Osmanlılara karşı kullanışlı birer araç haline geliyorlardı.
Rakiplerinin eline rehin olarak düşenler arasında en bilineni Ankara Savaşı’nda (1402) Timur’un rehinesi Bayezit (I) idi. Diğer taraftan ağabeyi Bayezit’le (II) giriştiği iktidar mücadelesinin kaybedeni olarak Fransa ve Papalık elinde bir kuklaya dönüşen Cem ile Selim’in (I) elinden kaçma fırsatı yakalayan yeğenlerinden İran’a sığınan Murat, Mısır’a sığınan Alâeddin, Süleyman ve Kasım da rehin olmayı göze alarak sözü edilen ülkelere gitmek zorunda kalmışlardı. Her biri öylesine iltifat görüyorlardı ki onlara tıpkı padişah gibi davranılıyordu. İçlerinden sonuncusu o kadar ünlü ve önemliydi ki Memluk ordusunda komutan olarak görev almış, amcası Selim’e karşı Mercidabık ve Ridaniye Savaşları’na katılarak kendi devletiyle savaşmıştı. Onu savaş meydanına süren Memlukların asıl amacı hayatını kurtardıkları Kasım’ı, savaş sonunda Osmanlı tahtına oturtmak ve rakipleri üzerinde hâkimiyet kurmaktı. Ancak her iki savaşı da kaybetmeleri istediklerini elde etmelerine engel oldu. Sonuç, Kasım için de kişisel bir felakete dönüştü ve savaş sonrası sığındığı mağarada yakalanarak idam edildi. Ama yine de şanına uygun görkemli bir törenle defnedildi.
Aynı şekilde Süleyman’ın (I) oğullarından Bayezit de babasının sağlığında ağabeyine karşı yaptığı savaşta yenilince rehinliği kabul etmek zorunda kalmış ve soluğu İran’da almıştı. Ancak Süleyman (I) ve oğlu Selim’in İran Şah’ı nezdindeki girişimleriyle devletlerarası bir soruna dönüşen olay sona erdirildi. Tutuklanarak babasına/Süleyman’a (I) teslim edilen zavallı şehzade, oğulları ile birlikte idam edildi.
Nihayetinde, Türk tarihinin ilk dönemlerinden itibaren zamanın koşullarının gereği olarak ortaya çıkan ve miras olarak sonraki dönemlere aktarılan diplomatik rehinlik, Osmanlılar zamanına gelindiğinde yeni bir biçime dönüşerek devletlerarası ilişkilerde stratejik bir uygulama halini almıştı. Osmanlılar özellikle rakiplerine karşı uyguladıkları politikalarda diplomatik rehinlikten faydalanmayı bilerek, bunu dış politikalarının bir aracı haline getirdiler. Sahip oldukları askeri, siyasi ve ekonomik üstünlük aracılığıyla bu politikanın yarattığı fırsatları iyi kullanan Osmanlılar bu sayede elde ettikleri başarının karşılığını güçlü bir imparatorluk haline gelerek almış oldular.
Prof. Dr. Haldun EROĞLU
Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi