ŞİDDET KAVRAMININ KATEGORİZE EDİLMESİ VE TAVSİYELER

Doç. Dr. Kenan TAŞTAN
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD/Erzurum

İnsanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen şiddeti tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü şiddetle birçok farklı şekilde karşılaşmak mümkündür; fiziksel, duygusal, cinsel, bireysel, toplumsal şiddet gibi. Köken olarak şiddet kelimesi Latince violentia’dan gelmektedir. Violentia, şiddet, sert ya da acımasız kişi demektir. Sözlük anlamıyla şiddet; bir canlıya güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak olarak tanımlanabilir. Türk Dil Kurumuna göre ise; duygu veya davranışta aşırılık gibi anlama gelmektedir.

Şiddet kavramının özellikle 1960 yıllarında güçlenen kadın örgütlerinin etkisiyle “Kadına Yönelik Şiddet” adı altında daha çok gündeme getirildiği ve 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi ile ilk kez tanımının yapıldığı ve çözüm tavsiyelerinin de bu bildirgede ilan edildiği bilinmektedir. Ayrıca eş zamanlı olarak Dünya Sağlık Örgütü de kadına yönelik şiddetin tanımı yapmış ve şiddet kavramı artık kategorize edilmeye başlanmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü 1993’de kadına yönelik şiddeti şöyle tanımlamıştır: “Cinsiyete dayalı, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal olarak tahrip eden, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulaması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır.”

Bu tanımlar ve çözüm tavsiyeleri elbette toplum içerisinde var olan bir takım problemlerin tezahüründen kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte şiddet gibi toplumun her bireyini, yaş, cinsiyet, ırk, coğrafya ayrımı yapmaksızın etkileyen evrensel bir olayın kadına yönelik şiddet şeklinde kategorize edilmesi bu konuda yapılan ilk yanlıştır. Nitekim ardından çocuğa şiddet, yaşlıya şiddet, hayvana şiddet gibi yeni tasnifler yapılmış, bu konulara dikkat çekilmeye ve toplumsal duyarlılığı ve toplumsal bilinç artırılmaya çalışılmış ama istenilen sonuç alınamadığı gibi mevcut problemler daha da artmıştır. Mesela kadına yönelik şiddet içerikli kamu spotları artıkça, özel programlar ve haber içerikleri bu konuya daha fazla yer verdikçe, kadınların şiddete uğrama ve hatta öldürülme oranlarında her hangi bir azalma olmadığı gibi artış olmuştur. Çünkü konunun sadece kadına yönelik şiddet şeklinde lanse edilmesi, sanki toplumda erkeklere yönelik şiddet ihmal edilecek kadar azmış gibi yanlış algı oluşturmaya çalışılması, olayın yanlış olarak gündeme getirilmesine neden olmaktadır.

Üstad Bediüzzaman’ın tabiri ile “”Batılı iyice tasvir, safi zihinleri idlaldir.” Yani yanlış olan bir şeyin yanlışlığının iyice irdelenmesi ve o yanlışlar üzerinden konuşulması yerine o konu hakkında doğruların konuşulması meselenin daha iyi kavranmasını sağlayacak ve çözüme daha fazla katkı sağlayacaktır. Bu konuyu Rahibe Teresa’dan bir örnek vererek izah edeyim. Rahibe Teresa’ya savaş karşıtı bir grup gelerek, kendisinin de onlarla birlikte savaş karşıtı eylemlerine katılarak destek olması talebinde bulunurlar. Rahibe Terasa, “İçerisinde savaş geçen hiçbir eyleme katılmam.” cevabını verir ve ekler, “Barışa evet, yürüyüşü yapın katılayım.”

Şiddet kavramı gibi bilinçaltında darp, cebir, acı, sıkıntı gibi birçok olumsuz şeyleri çağrıştıran kelime yerine sevgi, saygı, kardeşlik, huzur gibi kavramların toplumu ilgilendiren tüm canlıları kategorize etmeden sık sık gündeme getirilmesi, her birimizin bilinçaltında daha olumlu verilerin oluşmasını sağlayacaktır. Toplumu sınıflara ayırmak ve her sınıfa içeriği aynı olan şeyleri sanki farklı şeyler söylüyormuş gibi dikte etmek doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Aynı  “Kandıralı”ya yapılan muamele gibi. Malum hikâye, Kandıralı askere gitmiş. Komutan her seferinde bölüğe talimat verirken, “Bölük dur! Kandıralı sen de dur” talimatını veriyormuş. “İnsana şiddete hayır! Kadına da şiddete hayır!” gibi…

Ayrıca bu konuyu istatistiki veriler üzerinde ele aldığımızda durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığını görürüz. Nasıl mı?

Birleşmiş Milletler araştırmasının sonuçlarına göre taammüden cinayete kurban giden erkeklerin dünya genelinde oranı %79. Bu oran Türkiye’de %79,5. Ayrıca yeryüzünde cinayete kurban giden her 10 insandan 8’i erkek. Anlayacağınız illa da “Cinsiyet kapsamında” bir değerlendirme yapmak gerekirse, burada erkek cinayetlerinin ve erkeklerin şiddete maruz kalma oranlarının çok daha yüksek olduğunu söylemek mümkün. Tabi başta da söylediğimiz gibi temel yanlışlardan biri, şiddet gibi bir olayı erkek veya kadın cinsiyeti üzerinden ele almak.

Toplumsal şiddetin azaltılması için tavsiyeler

1) Kullanılan jargon şiddetten barışa doğru değiştirilmeli ve yapılan yanlışlardan çok yapılması gereken doğrular daha çok anlatılmalıdır.

2) Bireysel, toplumsal ve aile içinde sevgi ve kardeşlik dili geliştirilmeli, bununla ilgili konu ile ilgili uzmanlar daha çok bir araya gerek çalıştaylar, paneller, konferanslar düzenlenmeli, çalıştay sonuçları muhakkak gündelik hayata uyarlanabilecek pratik önerileri de içermelidir.

3) Kadına, çocuğa, yaşlıya, hamileye, erkeğe şiddet gibi cinsiyet veya yaşamın her hangi bir evresi üzerinden şiddet kavramı kategorize edilmeden şiddetin her türlüsü ve şekli ile mücadelede eylem ve söylem plânları oluşturulmalıdır.

4) Şiddete tek bir perspektiften bakmak yerine, şiddetin altında yatan biyolojik, psikolojik ve sosyolojik nedenleri araştırarak bunlarla ilgili çözüm tavsiyeleri üretilmelidir.

5) Televizyon programlarında ve dizilerde şiddeti körükleyen her türlü özendirici sahneler engellenmelidir. Bu programlar yerine devlet destekli aile yapımızı koruyan, millî ve manevî değerlerimize uygun filmlerin yapılması özendirilmeli ve teşvik edilmelidir.

6) Ülke genelinde bireysel ve toplumsal şiddetin önlenmesi için sosyal proje yarışmaları düzenlenerek daha fazla kişinin konu üzerinde çalışması ve fikir üretmesi sağlanmalıdır.

7) Okullarda değerler eğitimi adı altında yapılan etkinliklerin içine bu konu dâhil edilerek, ilköğretim düzeyinde farkındalık oluşturulmaya çalışılmalıdır.

Die mobile Version verlassen