OSMANLI’DA BİR ORTA ÇAĞ UYGULAMASI: KARDEŞ KATLİ ÇÖZÜM MÜ? SORUN MU?

Orta çağların yönetim anlayışı, egemenlik yetkisini uhrevi/dinsel kaynaktan alan hanedanlar esasına dayanıyordu. Dönemin koşullarının zorunlu kıldığı anlayış, meşruiyet aracı olarak kullanılırdı.  Hanedanın başında bulunan yönetici bu inanışa göre kutsal bir kişiliğe dönüşerek, egemenlik hakkını elinde bulundururdu. Farklı zaman ve mekânda değişik biçimlerdeki anlayışa göre yöneticinin, bazen Çin’de olduğu gibi Göğün Oğlu, bazen eski İran’da ve Roma’daki haliyle bizatihi Tanrı, bazen de Türklerin İslam öncesi dönemlerinde görüldüğü üzere Tanrı tarafından kut verilmiş kişi olduğuna inanılırdı. Türklerin İslam’ı benimsemelerinden sonra bu inanış, Padişâh-ı Ruy-ı Zemin Zıllullahı Fi’l-Arz/Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi halini almıştı.

Türklerin, on dordüncü yüzyılın hemen başında Kuzeybatı Türkiye’de yönetsel ve toplumsal değerler bakımında geleneksel orta çağ imparatorluğunun bütün niteliklerine sahip olarak kurdukları Osmanlıların görece kısa sayılabilecek zamanda mekân/coğrafya, nüfus/insan ve nüfuz/güç-etki bakımından elde ettikleri başarılarının, birden çok sebebi vardı. Bunlar arasında en dikkat çekeni yönetsel açıdan güçlü ve merkeziyetçi yapısıydı. İmparatorluğun ilk yarısında (1300-1600) mutlak merkeziyetçi sistemin işleyişinde aktif rol alanlar arasında profesyonel yöneticilerin/seçkinlerin yanısıra hanedanın şehzade adı verilen üyeleri de bulunuyordu. Şehzadeler askerlik başta olmak üzere hemen her alanda etkin görevler üstlenerek imparatorluğun gelişimine katkı sağladılar.

Osmanlılar, kuruluş aşamalarından itibaren ölen yöneticinin yerine geçecek olan kişiyi belirleme konusunda atalarının geleneksel mirası kalıtsal/soya bağlı/babadan oğula geçen ardıllık prensibini bemimsediler. Daha Ertuğrul’un ölümünden sonra aşiretin başına kimin geçeceği konusundaki tartışmada, ölen yöneticinin kardeşi ile oğlu arasında yapılan tercih, sonucu belirledi. İleri gelenlerin, Osman’ı başa geçirmeleri bundan sonrası için yönetme hakkının babadan oğula aktarılan bir kural halini alması sonucunu doğurdu. Osman’dan sonra aday sayısındaki fazlalık, yerine geçecek ardılın/oğulun, hangisi olacağı konusunda yeni bir tartışma yarattı. Yeni sorun, içlerinden büyük olanın seçilmesiyle yazılı olmayan bir kural haline getirilerek çözüldü. Bu yol, Ahmet’e (I) (1603-1617) kadar aralıksız yaklaşık üç yüz yıl sürdü. Sadece iki istisna vardı. Bunlar, kimin padişah olacağı konusundaki seçime itiraz ederek başkaldırıp, tahtı zorla ele geçiren Mehmet (I) (1413-1421) ve Selim (I) (1512-1520) idi. 1617 yılında köklü bir değişiklik yapıldı ve Ekber-i Erşed adlı yeni kurala göre tahta çıkma hakkı hanedan üyeleri arasında yaşı en büyük olana verildi.

Ancak bütün çabalara rağmen imparatorluğun kuruluşundan itibaren yönetici değişikliği hiçbir zaman sorunsuz olmadı. Kimin başa geçeceği konusunda yaşananların sebebi, başta hanedan üyeleri olmak üzere yönetici seçkinler ile askeri sınıfın tercihlerinin birbiriyle örtüşmemesiydi. Kişisel çıkar, makam sahibi olmak ya da bulunduğu yeri korumak adına tahta geçecek olanı belirlemedeki tutum, otorite zayıflığını doğurdu. Hanedan üyeleri, kalıtsal/soya dayalı ortaklık hakları dolayısıyla her zaman iktidar için muhalif olarak algılandılar. Yöneticinin iktidarı açısından oluşan tehdit, ortadan kaldırılmalarına/öldürülmelerine yol açtı. Kardeş katli adı verilen bu trajedi, Osmanlı tarihi boyunca siyasal sistemin çözümeye çalıştığı en büyük açmazlarından biri olarak sürüp gitti.

Hanedan üyelerinin öldürülmelerinin geçmişi eski Türk dönemlerine uzanıyordu. İslam öncesi Türk tarihinde Motu’nun/Mete’nin, babasını, üvey annesini ve kardeşini öldürtmesiyle başlayan aile içi öldürmeler, Kök Türklerde Kül Tigin’in, ölen amcası Kapkan Kağan’ın bütün aile üyelerini ortadan kaldırmasıyla devam etti. İktidar mücadelesine bağlı olarak başvurulan uygulama, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra da sürdürüldü. Selçuklu Sultanı Tuğrul’un kardeşi İbrahim Yınal ve yeğenleri Ahmet ile Mahmud’u; Melikşâh’ın, amcası Kavurd’u ve Kavurd’u destekleyen halası Gevher Hâtun’u; Sultan Berkyaruk’un, Tekiş’i; Alp Arslan’ın oğlu Arslan Ergon’un, kardeşi Böri Bars’ı; Mehmet Tapar’ın ise yeğeni Melikşâh’ı öldürtmesi buna dair örneklerdendi.

Aynı yöntem, Türkiye Selçuklularında da geçerliydi. Kılıç Arslan’ın (I) oğlu Şehinşâh, amcası Kulan Arslan’ın oğlu Hazan Bey’i;  İzzettin Mesut (II), Şehinşah’ı; Kılıç Arslan (II), kardeşi Devlet’i ve Şehinşâh’ın oğlunu; Kutbettin Melikşâh, kardeşi Nurettin Sultanşâh’ı; Rüknettin Süleymanşâh (II) kardeşi Muhittin Mesudşâh’ı; Gıyasettin Keyhusrev (I), Kılıç Arslan’ı (III), üvey kardeşini ve üvey annesini son olarak Alaâddin Keykubat’tan sonra tahta çıkan Gıyasettin de üvey kardeşlerini ortadan kaldırarak bu orta çağ geleneğini sürdürdüler.

Öncüllerinden miras kalan bu ataerkil yöntem, kurucu Osman’ın, iktidar ortaklığı gerekçesiyle amcası Dündar’ı öldürmesiyle Osmanlılarda da başladı ve ondan sonra ardıllarına devredildi. Murat’ın (I) (1362-1389), kardeşleri Halil ve İbrahim ile oğlu Savcı’yı; Bayezid’in (I) (1389-1403), kardeşi Yakup’u; Fetret Devri’nde (1402-1413) Musa’nın, kardeşi İsa’yı ve daha sonra ağabeyi Süleyman’ı; Mehmet’in (I), ağabeyi Musa’yı; Murat’ın (II) (1421-1451), küçük kardeşi Mustafa’yı ve Mehmet’in (II) (1451-1481), kardeşi küçük Ahmet’i ve amcası Orhan’ı öldürtmesi işte bu orta çağ geleneksel mirasının Osmanlılar’daki yansımasıydı.

Mehmet (II) tarafından Osmanlı tarihinde bilinen ilk kanunname kaleme alınırken kardeş katli konusu ilave edilince söz konusu miras artık  yasal hale büründü. Tahta geçen yeni padişahın, kardeşlerini nizâm-ı âlem/devlet düzeni gerekçesiyle öldürmesine izin veren kanun maddesi, dini otoritelerin çoğunluğu tarafından fitnenin öldürmekten daha zararlı olduğu yönündeki kutsal emre dayandırılarak uhrevileşti.

Mehmet’in (II) ataerkil geleneği kanunlaştırması sonrasında yasal hale gelen hanedan üyelerinin öldürmeleri, takip eden padişahlarca hız kesmeden sürdürüldü. Bayezid (II), kardeşi Cem’i ve Cem’in oğlu Oğuz Han’ı; Selim (I), babası, kardeşleri Ahmet ile Korkut, yeğenleri Mehmet, Musa, Orhan, Emir, Osman, Osman, Kasım ve yeğenlerinin çocukları Mustafa ve Mehmet olmak üzere toplam on iki yakınını öldürttü.

Daha sonra Süleyman (I) (1520-1566) oğulları Mustafa ve Bayezit’in, torunları Mehmet, Orhan, Osman, Süleyman, Cihangir, Abdullah ile Cem’in oğlu Murat ve Cem’in adını taşıyan torunu Cem’in; Murat (III) (1574-1595), kardeşleri Mustafa, Osman, Süleyman, Cihangir ve Abdullah’ın ve Mehmet (III) (1595-1603), içlerinde yeni doğan bebeklerin de bulunduğu Mustafa, Osman, Abdullah, Abdurrahman, Hasan, Ahmet, Yakup, Alemşâh, Yusuf, Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alâeddin, Bayezid, Selim, Cihangir, Davut adlarında on dokuz kardeşinin, sonra da oğlu Mahmut’un hayatına son verdi.

1617 yılında tahta çıkma konusunda gerçekleştirilen Ekber-i Erşed kuralı ile bundan sonra hem tahta kimin çıkacağı karmaşası, hem de hanedan üyelerinin öldürülmeleri gibi dehşet verici uygulamanın sona ermesi hesaplandı. Ne ki daha sonra yine aile içi öldürmeler devam etti. Osman (II) (1618-1622), kardeşi Mehmet’i; Murat (IV) (1623-1640), kardeşleri Bayezid, Süleyman ve Kasım’ı; Osman (III) (1754-1757), Ahmet’in (III) (1703-1730) oğlu Mehmet’i öldürterek bu geleneği sürdürdüler.

Taht değişimine dair köklü değişikliğe rağmen son beş hanedan üyesinin öldürülmesi, erkek akrabaların hala tehdit olarak görüldüğünü ve iktidarın kaybedilmesinden korkulduğunu gösteriyordu. Sonuncularla birlikte yaklaşık altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca altmış dört hanedan üyesinin hayatına son verildi.

Başlangıçta geleneksel miras olarak uygulanan ancak Mehmet (II) ile ile birlikte kanun halini alan düzenlemenin özü, hanedan üyelerinin olası başkaldırılarıyla doğabilecek asayişsizliği önlemeye ve yeni padişahın meşruiyetini sağlamaya yönelikti. Yönetimi ele alan padişahlar, hanedan üyelerinin öldürülmesine karşı doğacak tepkileri önlemek için örfî hukuk bakımından devlet düzenini sağlamak, şer’î hukuk açısından ise yöneticiye itaati esas alan dini kurallara sığındılar. Halkın korkuya kapılmasına yol açan bir iç savaş tehdidi karşısında padişah, seçkinler ve dini otoriteler de, devletin varlığını tehlikeye sokacak durumu ortadan kaldırmak, insan ve servet kaybına yol açacak kardeşler arasındaki iktidar savaşını önlemek gerekçeleriyle kardeş katlini onayladılar. Kanunnamenin varlığına rağmen Süleyman’ın (I) oğulları Mustafa ile Bayezid’in ve Mehmet’in (III), oğlu Mahmut’un hayatlarına son vermeden önce dini izin/fetva almaya gereksinim duymaları tam da bu yüzdendi. Zira uhrevi hükümler, Osmanlı toplumunda itiraz edilmeksizin kabul görüyordu.

 Hanedan üyeleri öldürülürken kanlarının akıtılmaması esastı. Sebebi eski Türk-Moğol geleneğinde insanın kutsal varlık kabul edilmesi ve kanının tabu sayılmasıydı. Bu yüzden boğularak öldürülüyorlardı. Boğma işlemi ateşli silâhların keşfinden önce çok etkili bir savaş aracı olan ok ve yayın Türk siyasal ve hukuksal simgelerinden biri olması dolayısıyla geleneksel anlam yüklenen yay kirişi/ipi ile yapılırdı. Bunun dışında, zehirlenerek veya henüz doğmuş çocukların göbek bağlarının kesilmesiyle öldürülen hanedan üyeleri de vardı.

Kardeş katli trajedisi, bazı padişahlar tarafından ıstırap verici yönü dolayısıyla engellenmeye çalışıldı. Buna rağmen siyasal iktidarlarını korumak adına uygulamayı sürdürmekten geri durmamaları ise acı bir çelişkiydi. Mehmet’ın (I) oğlu Murat’ı varis yaptıktan sonra diğer iki oğlunun hayatlarını kurtarmaya çalışması; Bayezid’in (II), tahtını kendisinden zorla alan oğlu Selim’e (I) kardeşlerini öldürmemesini öğütlemesi; Selim’in (I), bu kötü geleneğe beddua etmesi; Süleyman’ın (I), tahta geçen padişaha devrolan elmasla süslenmiş kol bandının kırılması üzerine atalarından bu ana kadar çok kimsenin ölümüne sebep olan geleneksel mirası yok ettiği için sevinmesi, bu çelişkiye dair ilgi çekici örneklerdi.

İster geleneksel haliyle ister kanunlaşmış şekliyle olsun kardeş katli, ortaya çıkabilecek sorunları önleme çabası gibi görünse de istenilen sonuç hiçbir zaman elde edilemedi. Çözüm bir yana aksine hanedan üyeleri, hayatta kalmak için başkaldırmak zorunda kaldılar. Taht sahibinin her hal ve şartta kanuna dayanarak kardeşleriyle akrabalarını öldürmeleri, onların taht üzerinde hak sahipliği iddiası bir tarafa bir insan olarak hayatta kalmaları için başkaldırmalarını zorunlu kılmıştı. Nitekim kanunlaştığı tarihten sonraki kronolojik olaylara göz atıldığında hiç de umulduğu gibi sorunu çözmediği anlaşılıyordu. Daha kanun koyucu Mehmet’in (II) ölümden sonra oğulları Cem ile Bayezit (II) arasındaki çekişme yaklaşık on beş yıl sürmüş, Bayezit’in (II) hayatının son zamanlarında ve ölümünden sonra oğulları arasındaki mücadele ise toplum ve devlet hayatı açısından olumsuz sonuçlar doğurmuştu. Muhteşem unvanı ile anılan Süleyman’ın (I) son zamanında oğulları arasındaki iktidar kavgası, hem padişahın ruh sağlığını bozmuş hem de şehzadelerinden Bayezit’in, çocuklarıyla birlikte İran’a kaçmaları yüzünden devletlerarası bir sorun haline gelmişti. Sonuçta Osmanlı imparatorluğu tarihinin en trajik ve tartışmalı konularından biri olan kardeş katli meselesi yaşanan olaylar dikkate alındığında karmaşaya çözüm amacıyla kanunlaştırılmış olmasına rağmen sonrasında bizatihi kendisi sorun haline gelmiş, şehzadelerin hayatta kalmaları için başkaldırmalarını zorunlu kılarak toplumsal bölünmelere ve tepkilere yol açan sarsıcı olayları tetiklemişti.

Prof. Dr. Haldun EROĞLU

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi

Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Die mobile Version verlassen