Yaşamın Renkleri
Selma Balkaya
Kitap
Hayatımızı Değiştiren Filmler – Atilla Dorsay
Benim için bu yıllar gerçekten de başyapıt keşfetme yıllarıdır. Yazdığım 426 filmin içinde türlerin zenginliği şaşırtıcıdır: fantastikten bilim-kurguya, kara-filmden savaş filmlerine, müzikalden biyografilere… Ama ayrıca Nazi soykırımı, ırkçılık, kadın sömürüsü, eşcinsellere baskı gibi daha yaşamsal ve hâlâ güncel temalara da bolca değinilmiştir. Ayrıca kolay kolay hiçbir türe girmeyen ve her biri ayrı sürprizler içeren yapımlar da vardır: Parazit’ten Roma’ya, Birdman’dan Carol’a, Joker’den Diriliş’e, Yüzündeki Sır’dan Aşıklar Şehri’ne, Sevgisiz’den Yaz’a, Ay Işığı’ndan Whiplash’a, İda’dan Genç Karl Marx’a… Yaşanan büyük bunalımın tam eşiğinde sinemayı yenileyen ve bütünsel bakınca, her şeye karşın gelecek için umut veren filmler…
O muydu? – Stefan Zweig
Yaşlı bir çift emeklilik yıllarını İngiltere kırsalının sakin bir köşesinde yaptırdıkları evde geçirmektedir. Tek şikâyetleri yerleştikleri yerin çevresinde kimselerin olmaması, yalnızlık çekmeleridir. Ama çok geçmeden hemen yanlarında bir başka evin yapımı başlar ve genç bir çift komşu olur. Ne var ki genç çift çocuksuzdur ve sevip ilgi gösterecekleri bir şeyleri yoktur. Sonunda onları bu yalnızlıklarından sevimli, küçük bir köpek yavrusu kurtarır.
Zweig, O muydu? adını verdiği bu kısa romanında insanın aşırı ilgi ve düşkünlük gösterdiği bir şeye nasıl esir olduğunu ve onu esir alan şeyin, bu sevgiyi nasıl kötüye kullandığını bir polisiye kurgusunda, sürükleyici bir anlatımla gözler önüne seriyor.
Seyir – Pıraye
Seyir eden misin, seyreden mi bu âlemde? Eksikliğin boş gözleriyle büyümüştü Mina… Küçük bir kızken bunu ilk fark ettiğinde, şaşırmıştı; olmayan her ne ise kalbinin orta yerinde, orada bir oyuk oluşturmuştu sanki. Bozuktu. Defoluydu. Büyüdü, genç bir kadın oldu ve bir karar verdi; madem eksiğim ben, bu eksikliği kapatacak olan malzeme başkalarında olmalı. Onların sözleri, onların ilgisi, onların tanımları, onların yorumları… Aşklar da oldu yaşamında, kırgınlıklar, savruluşlar da… Kaybetti, ama yıkılmadı yeniden ayağa kalktı. Bir sergi açılışında Celal ile göz göze geldiği ilk an, bir tokat patlamıştı sanki yüzünde. Deli gibi çarpan kalbinin sesini duyuyor, bu gergin ama bir o kadar da gizemli erkeği izlemekten kendini alamıyordu. Mina, onu kendi dönüşümüne götürecek uzun bir yolculuğa çıkmaya hazırdı artık!
Kırtasiye Dükkânı – Marjan Kamali
Roya Kayhani ve Bahman Aslan, 1953 yılında Tahran’daki bir kırtasiye dükkanında karşılaşır; ikisi de 17 yaşındadır. Roya edebiyata düşkün bir genç kızdır. Bay Fahri’nin kitap, kâğıt, dolma kalem ve renkli mürekkep şişeleriyle dolu kırtasiye dükkânı onun huzur bulduğu bir vahadır. Bahman, Mevlâna’nın şiirlerine düşkün ve demokratik bir İran arzusuyla tutuşan coşkulu bir delikanlıdır.
Her salı günü kırtasiye dükkanında buluşan ikili arasında kısa sürede bir aşk filizlenir. Ancak o yıl Şah yanlısı güçlerin gerçekleştirdiği darbe, hem İran’ın demokratik ve bağımsız bir ülke olma yolunda ilerleyişine son verecek hem de Roya ve Bahman’ın yollarının beklenmedik bir şekilde ayrılmasına neden olacaktır.
Aradan 60 yıl geçtikten sonra, Roya ülkesinden uzak Amerika’da kurduğu hayatını sürdürürken, kader onları bir kez daha karşı karşıya getirecektir. Roya yarım yüzyıldan uzun bir süredir aradığı cevapları bulma fırsatını nihayet yakalamıştır: Bahman o darbe günü niye ortadan kaybolmuştu? Roya’yı niye terk etmişti? Roya’yı nasıl unutabilmişti?
Özgürlüğün Rengi Mavidir – Cem Seymen
Zehirli egoların ülkesinde bu kitabı yazarken kafamda tek gaye vardı. İstedim ki okur yakın tarihin filtresiz gerçeklerini birinci ağızdan öğrenirken hepimizi silindir gibi ezip geçen sistemin aklı, zekâyı, yeteneği, beceriyi yok sayan vasatlığına kendi varlığıyla direnç geliştirmenin yollarını yine kendi içinde bulabilsin. Abartılı hassasiyetlerin topraklarında var olmaya çalışırken ortalama hayatlara mahkûm bugünkü gençliğin yılgın neferisin. Gençsin ama gençliğini hissedemiyorsun. Umutlarını çalıyorlar, çaresizce seyrediyorsun. Düzen hepimize had bildiriyor çünkü. “Sesini çıkarma, konuşma, hayal kurma, farklı düşünme, düşünüyorsan da kendine sakla!” diyor. Buna itirazım var benim. Birey olmak zorundasın. Kimse seni kurtarmayacak. Kimse sana mahkûmiyetlerinin yalan olduğunu göstermeyecek. Uyanacaksın. Başka yolu yok. Kimse özgürlüğün mavisini elimizden alamaz. Hiçbir güç, hiçbir kudret, hiçbir otorite insandan daha üstün değil. Yeter ki insan kendi gücünün farkına varabilsin.
Mevlana’nın Kedisi – Can Aydoğmuş
Göçmen bir ailenin üç nesli arasındaki çatışmalar ile genç bir kızın annesinin baskılarından kurtularak kendi kimliğini keşfetme mücadelesi anlatılıyor. Diğer yandan da dünyaya günümüzden sekiz yüz sene önce yaşamış bir kedinin gözünden bakmamızı sağlayan çok boyutlu, tarihi zenginlik içeren bu kitap, New York’tan Konya’ya uzanan mistik bir yolculuk romanı…
Can Aydoğmuş hayatını bazen Tayland’ın bir köyünde, bazen Kanada’da adını yalnızca iki kasaba halkının bildiği bir dağda, bazen İstanbul’daki evinin balkonunda düşünerek, okuyarak, yazarak mana arayışıyla geçiriyor. Bu arayış bir gün Aydoğmuş’un yolunu uzun zaman önce bu coğrafyanın en önemli âlimi Mevlâna’yla kesiştiriyor.
Denge Uzmanı – Orhan Duru
“Denge Uzmanı”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.
Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”
Mikro Kozmoslar – Claodio Magris
Claudio Magris, başyapıtı “Tuna Boyunca” dan sonra, evrensel tarihin uğultusu altında boğulan kişisel tarih yazımı denemelerine devam ediyor. Coğrafya, anılar, bellek, ara olaylar, deniz kabukları, rüzgârlar, lagünler, tuhaf hikâyelerin yaşandığı ormanlar ve sözcükler yardımıyla kristalleşen bilinç.
“Yolculuk yapmak da hikâye anlatmak veya yaşamak gibi, bir şeyleri ihmal etmek demektir. Tesadüf eseri bir kıyıya ulaşılırken, bu arada başka bir kıyının yanından geçip gidilir.”
“Mikrokozmoslar”, kamusal ile özel olanın, iç ses ile dışarıdaki seslerin, kafe ile çalışma masasının, ev ile dünyanın büyülü ve zekice karışımıyla, son derece eşsiz ve güzel bir çalışma.