BİZİ İYİLİK KURTARACAK

Gülşen ÜNÜVAR

Sevgili Evlat, Sana sevgili diye seslenirim, sevilmeye layık anlamındadır bu söz, bilmem bilir misin? Sevilen insan, sevmeyi de çok görmez kendine. O küçücük kalbine koskoca dünyaları sığdırır. Kuşu ağacı, dağı taşı, dikeni yaprağı, tozu toprağı… İnsanı söylemeye hacet duymuyorum. İnsan insanı sevmez mi hiç? Mümkün mü böyle bir fıtrat? Değil elbette evlat! Severiz, hepimiz hepimizi severiz de belki diyemeyiz, belli edemeyiz. 

Sevgi deyince dilim çözülüverdi, parmaklarımın kösteği aldı başını gitti. Hâl hatır sormayan mektup mu olurmuş hiç? Selamsız kelamsız başlangıcın ne hayrı dokuna! Olmaz elbet! Sen heyecanıma ver, dilimin ivediliğine, gönlümün deryalığına ver. 

Nicedir haberini alamaz oldum gelenden geçenden. Yazarım, okur musun bilmem. Seslenirim, duyar mısın, onu da bilmem. Evvel zaman, içime bir ferahlık çöker, anlardım adımı zikrettiğini. Kulaklarım çınlar, kalbim titrerdi. Bilirdim mektubumun kıvrımlarını teker teker, özenle, incitmekten korkarcasına açtığını. Kâğıdın hışırtısı sanki ta buralara kadar ulaşırdı. Şimdilerde bilemez oldum. Ama sana güvenim tam. Sevilmeye layık insan, güveni de boşa çıkarmaz, öyle değil mi? 

Bir ahbabım uğradı geçenlerde, sohbet ettik uzunca. Ona senden bahsettim, yazdığım mektupları anlattım. Beyhude buldu bu çabamı, lüzumsuz bir uğraş olarak yorumladı. Mektupla nasihat mi olurmuş? Ne belliymiş senin mektupları okuyup okumadığın, okusan bile hazel aldığın? Saadeti bu şekilde bulmam imkânsızmış. Dedim ki ben inanıyorum; üzerime düşen ve elimden gelen şimdilik budur! 

Hevesini kıran, inandığın doğrulara saygı göstermeyen insanlar her zaman oldu ve olacaktır da evlat. Sen, senden sorumlusun, ben benden. Doğru bildiklerimizi yapmaktan kim alıkoyabilir ki bizi? 

Neyse, boş konularla değil dolu muhabbetlerle bezemek isterim mektubumu. Başkalarının ne düşündüğüne bu kadar kafa yorarsak kendimize vakit kalmaz. Elbette önemse insanları, dediklerine kulak ver. Ancak fayda sağlamayacak yarenlikten uzak dur. Bunu anlamak zannettiğin kadar zor değildir. Bir insan sürekli kendini övüyor da seni yeriyorsa uzaklaş. Kendi variyetiyle böbürlenip de sana hâlin ne demiyorsa yine uzaklaş. Başkalarının yaptıklarını ya da yapmadıklarını gereğinden fazla dillendiriyorsa ki bu dedikoduya girer, haydi haydi uzaklaş.

İnsana, insanı çekiştirmek yakışmaz. Aksine; insana, insanın kusurlarını örtmek düşer. Başkalarının ayıbını görme, ört ve yok say.* Bu, sana ecdadından miras kalan en kıymetli pay. 

Söylediklerimi öyle bir çırpıda özümsemeni elbette beklemiyorum evlat. Olgunlaşmak zaman ister. Buğdayın başağından hazel al. Öyle ha deyince dolar mı başak? İki gün su, üç gün güneş yeter mi hacetine? Yetmez evlat, emek ister çünkü her can. Sabır ister, sebat ister, çaba ister. Ne zaman ki başak doldurur içini, erer, olgunlaşır, işte o vakit özümseme mertebesine eriştin demektir. Buğday oldum diye sakın ola büyüklenmeye kalkmayasın. Ucunda öğütülmek var, kırılmak, yarılmak var, unutmayasın. Ne kadar çok parçaya ayrılırsan o kadar çok fayda sağlarsın etrafına. Yalnız gümüş dağıtmak cömertlik değildir.* Tek bir başağın içinde onlarca buğday tanesi olup bin parçaya bölünerek de cömert olabilirsin. Çoğaldıkça kalenderleşmeyi unutmayasın! Gösteriş, olgunluğunu elinden alır. Cömert ve alçak gönüllü ol.* Kibir, buğday başağı iken, tutar seni yabani ot yapıverir kurak bir tarlada. Bunu idrak ettiğin gün, mektuplarım da amacına ulaşmış, görevini tamamlamış olacaktır evlat.

Variyetine güvenenlere bir bak, ne hâldeler şimdi? Çorak toprağa bile razılar ama iş işten geçti, ne fayda. Dünya ve saadet günleri bir gölgedir. Gölge hep aynı yerde ve aynı şekilde kalmaz.* Gölgenin düşeceği yeri güneş belirler. Güneş dediğin sonsuz bir ışık, gölgesine haddinden fazla güvenenlere eyvallahı olur mu hiç? Olmaz elbet! Öyleyse gel fazla bel bağlama bu dünya işlerine, saadetine, variyetine, başağına, buğdayına, ununa. Hepsi geçici, herkes fâni. Geriye kalan sadece iyilik, cömertlik. 

Nasıl bıraktıysan öyle anılacak adın, her şeyi unutsan bile bir bunu unutma evlat. Bıraktığın her ne ise ebediyen o temsil edecek seni. Güzellikse güzellik, hoşgörüyse hoşgörü, kibirse kibir, kötülükse kötülük. Yaşamın boyunca ne ekersen arkandan o biçilecek. Cismin ebedî bir göç eylerken bilinmez âleme, ismin temelli yerleşip kalacak dünyada. Dünya ki hafızası derin, gözleri keskin, defteri kalın, ummanı geniş. Zamanı kıt, saadeti küt…

Dünya evlat, dünya! Öyle üç beş kelimeyle anlatılamayacak kadar anlamlı gibi görünse de yeri gelir onu anlatmak için üç beş kelime bile bulamazsın. Gel dünya mevzusunu başka bir mektuba bırakalım biz. Söyleyeceğim çok şey vardır zira. Şu garip gönlüm dolup taştı dünya telaşına. Gürleyip çağlayan bir ırmak var sanki içimde. Her dünya deyişimde coşar, taşar, buz gibi köpükler arasında kaynar da kaynar. Dünya böyledir işte evlat; baldan tatlı, bakladan yavan. Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim; Dünyayı başka bir kalıba koydular da hayrete düşen kimse yok.* Hayrete düşebilmek de bir marifettir çünkü. Hayrete düşen insan, farkında olan insandır. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, münasibi yersizden. Hırlıyı hırsızdan, harlıyı harsızdan, gamlıyı gamsızdan. Uyanığı gafilden, bilgini cahilden, testiyi zembilden…

Velhasılıkelam, her ne kadar ömür biter söz bitmez desek de bu seferlik bitsin evlat. Mektubumu sonlandırırken gözlerinden öper, seni Allah’a emanet ederim. Selametle…

*Kutadgu Bilig

Die mobile Version verlassen